Latest update 5 Mayıs 2024 - 15:15
05 Tem 2015 admin Köşe Yazarları, Sürmanşet 0
Görev süresinin dolmasından birkaç ay sonra kendisinin ve döneminin anlatıldığı bir televizyon programında ileride seksenli yıllardan “Kenan Evrenli Yıllar” olarak bahsedileceği söylenmişti. Bu yıllar gerçekten de Kenan Evren’in devletin başında bulunduğu yıllardı. Fakat seksenli yılların sosyal ve ekonomik tablosuna damgasını vuran, Kenan Evren’den ziyade bir yönetim ve siyaset virtüözü olan Turgut Özal oldu.
Turgut Bey zaman içinde siyaseti Kenan Evren’den daha iyi bildiğini gösterdi. Özal, iktidarı askeri bir yönetimden devralmıştı. O yüzden ANAP iktidarının ilk birkaç yılında Çankaya’nın gölgesi siyasetin üzerindeydi. Turgut Bey de bu de facto durumu yadırgamış görünmüyor ve Kenan Paşa’nın koltuğunun altında geçiniyordu. Zaman geçtikçe güç dengeleri değişti ve Evren’in koltuğu altında geçinen Özal, Evren’i paketleyip cebine koydu. Siyasetin gündemini artık Çankaya değil, bizzat Başbakan Özal belirliyordu. Turgut Bey, zaman içinde şartları ustaca kendi lehine çevirmesini bilmiş ve iktidarı Çankaya’nın ayakları altından çekerek merkezinde kendisinin bulunduğu yörüngeye oturtmuştu.
Devlet hayatındaki en büyük hatalarından birisi de 1983 genel seçimleri öncesinde cumhurbaşkanı tarafsızlığına gölge düşürmesi oldu. Seçimlere birkaç gün kala televizyonda yaptığı konuşmada Turgut Özal’ı hedef aldı ve gönlünün Turgut Sunalp’in kazanmasından yana olduğunu açıkça belli etti. Zaman geçtikçe bu tutumunu daha farklı yorumlayanlar da oldu. Evren’in gerçek niyetinin seçimleri Özal’a kazandırmak olduğu, halkın böyle bir iltimas karşısında mağdurun yanında yer alacağını bildiği için bunu yaptığı dahi söylendi. “Makedonyalı çok iyi oynuyor, oyun içinde oyun oynuyor.” diyenler bile oldu. Kanaatimce bu yaklaşım doğru değildir. Zira darbeyi gerçekleştirdikten sonra Evren Paşa ve arkadaşlarının iddiası hep şu olmuştur: “Halk bizim arkamızdadır ve sözümüzden çıkmaz.” Evren Paşa’nın bu durumda sözünün aksi istikamette bir tavır alacağını bile bile millete bir teklifte bulunması söz konusu olamazdı. Zira bu durumda Evren ve arkadaşları göz göre göre karizmayı çizdirmiş olurlardı. Özal’a seçimleri kazandırabilmek uğruna göz göre göre kendi karizmasını çizdirecek adam değildi Evren Paşa. O, gerçekten halkın kendisinin sözünü dinleyeceğini zannetmiş ve büyük bir hesap hatası yapmıştı. Evet, yine karizmayı çizdirmişti. Fakat bile bile değil, farkında olmadan düşmüştü bu tuzağa. Çünkü Evren Paşa milleti tanımıyordu. Ayrıca niyet, Özal’a seçim kazandırmak idiyse oyun içinde oyun oynamaya da gerek yoktu. Liderler arasında gerçekleşen televizyondaki ilk açık oturumdan sonra yapılan kamuoyu yoklamaları, Özal’ın açık ara önde olduğunu gösteriyordu zaten.
Gerçekte 27 Mayıs’ı gerçekleştiren zihniyet sahiplerinden de12 Martçılardan da ve hatta 28 Şubat’ın generallerinden de daha saf ve millete yakın bir kişiliğe sahip olduğu konusunda şüphe taşımıyorum. Fakat asker olması hasebiyle topluma kışla gözüyle bakıyor, ele geçirdiği kudretin birtakım şeyleri değiştirmeye yeteceğini zannediyordu. Bu çerçevede Evren Paşa’yı yaptıkları kadar söyledikleri de perişan etmiştir. Her söylediği söz, aleyhine delil olarak kullanılmıştır. 1984 senesindeki Muş gezisi sırasında yaptığı açık hava mitinginde sarf ettiği; “Asmayalım da besleyelim mi?” sözü, kafa yapısını ve zihniyet dünyasını afişe eden bir hezeyandı. Bizzat kendi yaptığı anayasanın ikinci maddesinde “hukuk devleti” ibaresi bulunan bir devletin cumhurbaşkanına bu sözler yakışmadı. Her şeyden evvel de kontrolsüz gücün ne anlama geldiğini ve en kötü parlamenter rejimin bile en iyi askeri idareden çok daha iyi olduğunu gösterdi topluma. Ölmeden on yıl kadar önce söylediği bir söz daha vardı ki diğer bütün sözlerinin üzerine adeta tüy dikti. Darbeden sonra imzalanmak üzere önüne gelen idam kararlarının uygulanmasında nasıl bir usul takip ettiğini anlatırken şöyle diyordu Evren Paşa: “Ben sağa ya da sola katiyen bir ayrım yapmadım. Hatta o kadar yapmadım ki mahkûm olup idam cezası alanlar var. Mesela sağdan alınmış bir idam cezası varsa bekletirdim, soldan da olsun diye. Soldan da bir idam cezası önüme geldi miydi ikisini beraber onaylardım. Aynı anda bir tane sağdan, bir tane de soldan astık. Yani ona bile dikkat ettik, denge olsun diye.”
Kendisinin bu konuşmasını internetten defaatle dinledim. Kendi düşünce yapısının ve muhakemesinin doğruluğuna yüzde yüz inanmış bir insanın rahatlığıyla konuşuyordu. Dili çok netti. Lafı ağzında gevelemiyordu. Kendisini dinleyenlerin; “Helal olsun be Paşa’ya! Ne adil adammış!” diyeceklerini zannediyordu derin bir safiyetle. Fakat bu trajikomik sözler tam aksi bir tesir icra etti kamuoyunda. Bu sözlere vatandaşın bir kısmı şaştı kaldı, bir kısmı ise ateş püskürdü. İçinde benim de bulunduğum bir zümre ise IQ seviyesi bu derece düşük bir şahsın bir ülkenin kaderinde yıllar boyu nasıl söz sahibi olabildiğine hayret etti. Kendi hakkında suç duyurusunda bulunduğunun bile farkında değildi. Hiç şüphesiz Evren Paşa, yargılanmaya giden süreçte her biri dosyalık çaptaki ifşaat ve itiraflarıyla birazcık da kendi ipini kendisi çekti.
1991 senesinin ağustos ayında Rusya’da Gorbaçov’a karşı girişilen fakat kısa sürede bastırılan darbe girişimiyle ilgili olarak darbecilerin, darbe sırasında devlet televizyonunu ele geçirmeye dönük bir teşebbüste bulunmamış olmalarını “Bu ne biçim darbe? Hiç böyle darbe mi olur?” şeklinde yorumlamıştı. Kamuoyu darbeleri eleştirirken o, darbecilerin beceriksizliğine gönderme yapmıştı. Yine içinden geldiği gibi konuşmuştu. Şeyh-ül Muharririn Ahmet Kabaklı Hoca dayanamamış ve kaleme sarılarak Paşa’nın patavatsızlığına okkalı bir şerh düşmüştü. 18. yüzyılın büyük ve namlı vezirlerinden Koca Ragıp Paşa’ya ait nüktedir: “Şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söylermiş.”
12 Eylül’den sonra bütün siyasi partileri kapatan ve “Bir sağdan, bir soldan astık.” diyerek mevcut siyasi hareketlerden hiçbirisini kayırmadığını anlatmaya çalışan Evren Paşa bu tavrıyla takdir edilmeyi beklerken alabildiğine tenkit edilmiştir. 27 Mayıs’ın alenen solu destekleyen, 12 Mart’ın ise sağcı gibi görünen karakterine karşı Evren Paşa 12 Eylül’den sonra hiçbir harekete yakın görünmemeyi tercih etmiş, belki de bitaraf olmaya çalışırken bertaraf olmuştu. Gerçekte ise onu bertaraf eden, bitaraf olmaya çalışması değil; bunu yaparken benimsediği kör mantıktı. O, kendi ifadesince, bütün taraflar için cezaları alabildiğine ağırlaştırarak tarafsız olmayı tercih ediyordu. Dünyaya kışladan bakan statik asker kafasının üretebileceği çözüm de ancak buydu. Sonuç olarak Evren Paşa ne İsa’ya yaranabilmişti ne de Musa’ya.
Hakikat ise hiç de öyle değildi. Söyledikleri bir savunma refleksinden ibaretti. 12 Eylül’den sonra AP ve CHP genel başkanları Demirel ve Ecevit, Gelibolu’daki dinlenme tesislerine sevk edilerek zorunlu ikamete tabi tutulurken MSP ve MHP’nin liderleri Erbakan ve Türkeş, İzmir Uzunada’daki gözetleme kamplarına gönderilmişler ve akabinde de tekrar Ankara’ya getirilerek tutuklanmışlardı. Bu farklı uygulama bile 12 Eylül idaresinin hiç de tarafsız olmadığını gösteriyordu.
Evren Paşa’yı kıyasıya eleştiren bir yığın aydın müsveddesinin ise fikren ondan daha namuslu olduğunu düşünmüyorum. Belki bu konuda Evren onlardan daha namusluydu. 12 Eylül’e veryansın edenler, 28 Şubat’ta militarizme davetiye çıkarttılar. Hele Evren Paşa’yı eleştiren eski tüfek solcuların 27 Mayıs söz konusu olduğunda takındıkları çifte standardı gördüğümde midem bulanıyor. Emre Kongar gibi bir sosyal bilimcinin 12 Mart ve 12 Eylül’ü demokrasiye zarar veren, 27 Mayıs’ı ise demokrasinin şartlarını hazırlayan bir darbe olarak tanımlaması* akla ziyan bir durumdur.
27 Mayıs’ta millet iradesine vurulan şamar bu ülkede yirmi yıl boyunca bayram olarak kutlanmıştı. Evren Paşa’nın nadir sayıdaki isabetli icraatlarından birisi de “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutlanan 27 Mayıs’ı, bayram olmaktan çıkartması olmuştur.
Evren Paşa’nın üfûluyle birlikte maşeri şuurda çoktan sararıp solmuş olan bir tarih yaprağı daha kapandı. Fakat henüz 12 Eylül’ün toplumun sinesinde açtığı yaralar kapanmadı. Daha yıllarca da kapanacağa benzemiyor. Kanaatimce 12 Eylül zihniyetinin bu topluma ödettiği en yüksek bedel, eğitim sistemi üzerinden olmuştur. 12 Eylül’den sonra kurumsallaşan üniversiteye giriş sistemi; düşünen, araştıran, analiz eden, sorgulayan bir gençlik yetiştirmeyi hedeflemiyordu. Üniversiteye girişi üç dört saatlik bir sınava endeksleyen, onu da ölçme ve değerlendirme kriterleri çok yetersiz bir test olgusuna havale eden bu sistem, günümüzde tartışma konusu olan dershane sektörünü üretti. Bu sistem kültürden, sanattan, düşünceden, felsefeden uzak bir nesil yetiştirdi. Sorunun yalnızca doğru şıkkını bulmaya programlanmış, muhtevası zayıf, derinlikten mahrum, alabildiğine yüzeysel ve irfani ölçülerden habersiz bir nesil…
Bugün siyasi otorite ve mahalli idareler yetki sahaları dâhilinde Evren’in ve yol arkadaşlarının isimlerini caddelerden, yollardan, parklardan, okullardan ve görüp, görebilecekleri her yerden siliyorlar. Görünürde 12 Eylül’e dair bir iz bırakmamaya çalışıyorlar. Kurumların duvarlarından 12 Eylül’ü hatırlatan tabelaları indirmekle keşke o meşum dönemin izleri silinebilse.
Evren Paşa gerçekte hayatının son yıllarında Çin işkencesinden beter manevi cezalara duçar oldu. Sürekli eleştirildi, lanetlendi, bütün bir toplum ve devlet mekanizması üzerine gitti. Ve nihayet yargılandı. Zamanla kendisine yönelik eleştirilere bile cevap veremez hale düştü ve ahir ömründe, muktedirken yaptıklarının kötü neticeleriyle sürekli yüzleşmek zorunda kaldı. Gazete ve televizyonlarda hem kendisinin hem de yaptığı darbenin sürekli aleyhinde konuşuldu. Artık bu nefret ve eleştiri oklarına karşı kendisini koruyacak bir kalkanı olmadığı gibi yaşı itibarıyla cevap verecek mecali de yoktu. Kafasını devekuşu misali kuma gömmekten başka… Yargılanmasının gündeme geldiği günlerde bir gazetecinin kendisine sorduğu soruya; “Öyle bir şey olursa intihar ederim!” şeklinde cevap verdi. Bu cevap bile ne kadar çaresiz olduğunu gösteriyordu. Konumu itibarıyla af dileyip yalvaramazdı. Ama verdiği cevap “Yapmayın, etmeyin!” demenin üzerine kamuflaj geçirilmiş bir başka şekliydi. Ölümünden sonra basına yansıyan haberler yargılanacağı kesinleşince ötenazi dahi istediğini ortaya koyuyor. Çocukları razı gelmemiş.
Uzun süren siyasi mahkûmiyetler, cezaevlerinde kurulan işkence düzeni ve suçlu oldukları bile kesinleşmeden ibret olsun diye sehpaya gönderilen genç fidanlar olmasaydı eğer darbeci olmasına rağmen Evren Paşa, bu kadar derin bir nefretin yöneldiği adres olmazdı. Ağzının gevşekliği ise bütün hata ve günahlarının üzerine mum dikti.
Beni Evren Paşa hakkında en çok düşündüren husus, gençlik yıllarında yakın çevresi tarafından kendisi hakkında ifade edilen kanaat ile seksenli yıllarda, özellikle de cumhurbaşkanı seçildikten sonra, sergilediği kişilik profili arasındaki müthiş tezat olmuştur. Harp okulu yıllarında devre arkadaşları arasında kurnazlığıyla temayüz etmiş bir kurmaydır. Bu özelliği o derece baskındır ki arkadaşları arasında kendisinden “Tilki Kenan” olarak söz edilmektedir. Hatta aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen onu hala bu lakabıyla ananlardan birisi de sınıf arkadaşı olan Türkeş’tir. Kendisinden gençlik yıllarında bu şekilde bahsettiren Evren Paşa, ne olmuştur da darbeyi yaptıktan sonraki yıllarda bu kanaate aykırı düşecek bir profil çizmiştir?
İngiliz siyaset bilimci Lord Acton; “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak şekilde yozlaştırır.” der. Evren Paşa darbeyi yaptıktan sonraki üç yılda cumhuriyet tarihimizde çok az faniye nasip olan bir gücü tekelinde bulundurdu. Bu zaman dilimi içindeki iktidarı adeta mutlaktı. 1983’te tekrar çok partili yaşama geçildikten sonra da cumhurbaşkanı olarak ülkenin birinci adamıydı. Kanaatimce sahip olduğu bu güç, Paşa’yı şirazesinden çıkardı. Kayıtlardan azade olduğunu düşündü ve artık kimseye hesap vermeyeceğine inanarak aklına estiği gibi konuştu. Devir değiştiğinde ise ağzından çıkan her söz aleyhinde delil olarak kullanıldı.
Ölümünün genel seçimler öncesine rastlaması, cenazesi açısından talihsizlik olmuştur. Eğer seçimlerden sonra vefat etmiş olsaydı her parti olmasa bile bazı siyasi kuruluşların, özellikle de iktidar partisinin en az bir temsilci ile cenazeye iştirak edeceğini düşünüyorum. Seçim arifesinde menfi propagandaya prim vermekten çekinen siyasi partiler, kanaatimce cenazeye ilgisiz kalmayı tercih ettiler. Ve neticede son seferine çıkan Evren Paşa, azametli kariyerine rağmen ancak bir avuç insan tarafından uğurlandı.
Evet, bu dünyadan günah ve sevaplarıyla bir Evren Paşa geçti. Hayatı ve son yıllarındaki hal-i pür melâli bugünün ve geleceğin iktidar sahipleri için ders alınacak bir ibret hikâyesidir. Bugün bu ülkede “Her şey sandık değil!” ya da “Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?” diyerek ister modern olsun, ister post modern hala darbelere örtülü davetiye çıkaran asker ya da sivil zihniyet sahipleri var. Millet iradesini bir türlü içlerine sindiremeyen bu zihniyet sahiplerine söyleyecek olduğumuz söz, darbe kelimesini lügatlerinden çıkarmaları ve ibretlik bir finalle bu dünyaya veda eden Kenan Evren’in akıbetinden ibret almalarıdır.
Evren Paşa için söylenecek olan son söz ise her ölümlünün arkasından söylendiği gibi; “Allah taksiratını affetsin.” demek olacaktır.
* Emre Kongar, Tarihimizle Yüzleşmek, s.201
14 Oca 2020 0
15 May 2019 0
21 Mar 2019 0
01 Eki 2018 0
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlenen ‘Avrupa Beledı̇ye Başkanları Zı̇rvesı̇’nde konuştu. İstanbul’un yakın geçmişte yaşadığı yerel seçim deneyimini […]
Efes Selçuk Belediyesi Efes Tarlası Yaşam Köyü’nde atalık tohumlardan ürettiği fideleri ve kompost gübreyi halk ile paylaştı. Efes Selçuk Belediyesi, […]
Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Milletvekili ve Parti Meclisi Üyesi Orhan Sarıbal, beyaz et ihracatının yasaklanmasına yönelik basın açıklaması düzenledi. Sarıbal, […]
Alpay’dan AİHM kararlarına rağmen hapiste tutulanlar başta olmak üzere af çağrısı yaptı Milliyetçi Sol Parti Genel Başkanı Hüseyin Alpay, “genel […]
Gergerlioğlu, “Dilovası Belediyesi’nde yolsuzluk mu oldu?” DEM PARTİ Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Dilovası Belediyesi önüne giderek yapılan yolsuzluk iddiaları […]
İşçi Bayramı kutlamalarının ardından Bergama Belediyesi’nde 15 çalışanın işten çıkarılması, belediye içinde ve kamuoyunda tartışma yarattı. Belediye Başkanı Prof. Dr. […]
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Fransa’nın başkentinde önce Paris Büyükelçimiz Yunus Demirer’i, ardından da Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo’yu ziyaret etti. […]
İBB bağlı kuruluşu İETT filosunu yenilemeye devam ediyor. Filoya kazandırılın 150 otobüsten 13’ü daha seferlerine başladı. Yeni nesil güvenlik teknolojileri […]
LAİK VE BİLİMSEL EĞİTİME SAHİP ÇIKMAK İÇİN HEP BİRLİKTE HAREKETE GEÇELİM! Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Yusuf Tekin’in Türkiye […]
DEM PARTİ Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, 1 Mayıs işçi bayramında grevdeki Mersen işçilerini ziyaret etti. Konuyla ilgili bakanlığa soru […]