Adalet vazgeçilemez bir değer. Bundan şüphe edilemez; ancak âdil insan olmadan hayâta geçirilemeyeceğini, bütün “değer”ler gibi kendiliğinden bir varlık taşımadığını da unutmamak lazım.
Adalet soğuk suratlı olmakla nam salmıştır mâlum. “Mahkeme duvarı” deyimi o soğukluğa atıf yapar.
Lâkin âdil insan olabilmek, “mazlum” ve “zâlim”i tanımak, mazlumdan yana tutum takınmakta tereddüt etmemeyi şart kılar.
Sanıldığı gibi “merhametsiz adâlet” imkanı yoktur.
Merhametsiz adâlet! Bundan çok defâ çıksa çıksa hukuk marifetiyle işlenen zulüm çıkar… Hattâ, “sevgi” olmadan merhamet ve şefkat duyuşlarının hareketlenmesi imkanı var mıdır, diye sormak da mümkündür; ama şimdi sözü o kadar dağıtmaya gerek yok.
Acımayı bilmeyen, vicdanı uykuda kimseler, mazlumun himayesi konusunda hassasiyete sahip olamazlar… Duymak, görmek, atak yapmak da “algıda seçicilik” ilkesine tâbîdir. Merhametsiz kimse mazlumu görme önceliğiyle bakmaz ki onun hukukunu koruyabilsin…
Yâni aslında temel değer hangisidir dersek, adalete göre, onu gerçekleştirecek merhametli hakimlerin hakkını teslim etmeliyiz. Tabii adalet etmeden evvel merhamet ve af kavramlarının işlediği bir vicdanlı ve merhamet sahibi insan!
Hasmî adlı asırlar ardında kalmış dîvan şâirimiz ne güzel yakalamıştır:
Himmet-i ehl-i kerem māye-i devlet didigiñ
Minnet-āmīz velī olmaya himmet didigiñ
Demler safâlar mübârek olsun azizler…