“En hayırlı, en hasbî, en anlayışlı… dost; sizin bütün kusurlarınızı bildiği halde indinde değerinizin kaybolmadığı, yanında sakınma ihtiyacı duymadığınız, sözlerinizi tam kasdınıza uygun anlayıp mûcibince amel eden kimsedir…” demeye davransak, “o kimdir?” suali mukadder değil mi?
Evet “o” kimdir?
O, insanın kendisidir. İkinci bir kimsenin yanı, ne kadar yakın olursanız olun, o huzur ve güvenden uzak bir yerdir.
Düşünce işte öyle bir dosttur.
Başkalarına anlatma derdiyle tasavvur dahî, kendi hasbîliğinizden gurbete savrulmaktır, uzaklıktır. Kendiyle başbaşa kalma zevk ve huzuruna yabancılıktan, hattâ bu huzûru “çıldırtan bir yalnızlık” addetmekten daha acı bir mahrûmiyet, daha keskin hüsran olamaz…
En iyi dostundan uzaklık! En faydalı bir yakınlıktan kendini men etmek! Derdine derman o dostken, cihan halkından derman dilenmek! Kendine yabancı kalakalmak… Üstelik haricî ilaçlar derde dert katar, devâ olamazken.
Hani meâlen:
“Derdinin dermanı sendedir, bilmezsin. Sana dıştan yardıma ne hâcet? Âlem-i ekber sende saklıdır, ipin ucu sendedir görmezsin.” der ya Hz. Ali!..