Latest update 18 Eylül 2024 - 10:15
03 Oca 2024 Konuk Yazar Anlık, Dünya, Konuk Yazar, Köşe Yazarları, Manşet, Sağlık, Sürmanşet 0
Bu yazının başlığı aşı tarihçesine aşina olmayanlara belki biraz anlamsız gelecek, hatta belki de zihinlerde “Kuduz aşısı ve Osmanlı da ne alaka?” gibi bir soru belirecektir.
Osmanlı İmparatorluğu ‘nun kendi döneminde dünyanın en büyük ve kritik aşı üreticilerinden birisi olduğunu biliyor muydunuz?
Ve,
Osmanlı olmasa, kuduz aşısı keşfedilemeyebilirdi desek çok da amacını aşan bir cümle olmaz…
Peki sadece kuduz aşısı mı?
Toplumsal bağışıklama ve aşı keşfinde 19. yüzyılın sonlarına doğru yakalanan ivme,
Genç Cumhuriyet döneminde de hiç hız kesmeden, hatta daha doğru bir ifade ile tam gaz devam etmiştir.
İşte bu yazıda,
Aşı keşfi, teknoloji transferi ve yerel üretim konusunda son 150 yılda ne kadar gerilediğimizi,
Daha doğru bir ifade ile dış mihrakların güdümündeki iç minnaklar sayesinde nasıl geriletildiğimizi içiniz burularak okuyacaksınız…
Bu esasen bir gaflet, dalalet, hatta hıyanet vesikasıdır!!!
1885 yılı Temmuz ayında Fransa’da Louis Pasteur ‘un kuduz aşısını keşfetmesi,
İnsanlık tarihinde çiçek aşısından sonra üretilen ikinci modern aşı olarak yer almaktadır.
Tahmini olarak 55-60 milyon ölüme ve misliyle insanın sakat kalmasına neden olan çiçek hastalığına karşı ilk aşılama yöntemi olan variolasyon,
Birleşik Krallık Osmanlı büyükelçisinin eşi Lady Montagu ‘nun mektupları ile Avrupa’ya ve oradan da dünyanın geri kalanına yayılmıştır.
Bağışıklık tarihçesinin bu ilginç kırılma noktasına dair pek bilinmeyen detaylara “Çiçek Aşısı Avrupa’ya Lady Montagu ‘nun Mektupları İle Ulaştı” başlıklı yazımdan ulaşabilirsiniz.
Bu esnada,
Çiçek aşısı yaptırmanın zorunlu olmasına dair dünyanın ilk kanunu çıkaran Osmanlı’da,
Gönüllerimizin bam teline vuran Aşık Veysel de akranları gibi aşı olmuş olsaydı,
Çok büyük ihtimalle gözlerini kaybetmeyecekti, biliyor muydunuz?
Bu ilginç ve bir o kadar da iç burucu hikayenin detayları ise “Aşık Veysel Gözlerini Neden Kaybetti?” başlıklı yazımda…
Lous Pasteur kuduz aşısı keşfinde epeyce yol almıştı almasına da,
Bir noktadan sonra çalışmalarına kendi imkanları dahilinde devam etmek imkansız hale gelmişti.
Bu nedenle,
Pasteur aşı keşif çalışmalarını sürdürmek için birçok devlet başkanından maddi yardım talebinde bulunur.
Ulaşabildiği herkese sponsorluk talebini dile getiren mektuplar yazar.
Ne hazindir ki,
Hiç kimseden yanıt alamaz…
Daha doğrusu yanıt aldığı tek kişi Rus Çarı olmuştu.
O da,
Louis Pasteur ’a destek olarak kendi portresini göndermişti.
Bu esnada,
Mektuplardan bir tanesi de Sultan II. Abdülhamit ’e ulaşır….
Payitaht Osmanlı yardım edeceğini,
Ancak,
Aşı üretme çalışmalarının İstanbul’ da yapılması koşuluyla ihtiyacı olan tüm finansal desteği sağlayacağını bildirir.
Lakin,
Louis Pasteur ülkesinden ayrılmayı kabul etmez.
Sağlık yönetimi konusunda ileri görüşlü bir devlet adamı olan Sultan Abdülhamid,
Kuduz aşı keşfinin ne kadar kritik olduğunu birçok diğer devlet yöneticisinden çok daha iyi anlamış olsa gerek ki…
Konunun önemine istinaden Louis Pasteur ’a ikinci teklifini yollar.
Sultan Abdülhamid bu sıra dışı bilim insanına 10.000 altın hibe edeceğini,
Ek olarak da 1. Derece Mecidiye Nişanı ile onurlandıracağını bildirir.
Bir tek koşulu vardır,
O da kendisinin belirleyeceği Osmanlı hekimlerini de çalışmalarına dahil etmesidir.
Bu esnada 10.000 altın,
O zamanın İstanbul’ unda 180 – 200 ev alacak kadar bir miktara karşılık gelmekteydi.
Cazip teklifi kabul eden Louis Pasteur ’un yanına Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne ’den (adı daha sonra Gülhane Askeri Tıp Akademisi olmuştur)
(Ön sıra soldan sağa: Miralay Hüseyin Remzi Bey, Zoeros Paşa, Miralay Hüseyin Hüsnü Bey)
Louis Pasteur liderliğinde keşfedilen kuduz aşısı ilk defa 6 Temmuz 1885 tarihinde kuduz bir köpeğin ısırdığı 9 yaşındaki Joseph Meister ’ a uyguladı.
Çocuğun sağlık durumu iyiye gitmeye başladı,
Ve,
Üç ay sonra çocuğun sağlığı tamamen normale döndü…
Zoeros Paşa başkanlığındaki ekip çalışmalara temel teşkil etmesi için “kuduz mikrobu” enjekte edilen bir kemik iliği ile Osmanlı ’ya geri döner.
1887 ’nin Ocak ayında Zoeros Paşa başkanlığında Daûl-Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi (Kuduz Tedavi Müessesesi) hizmete geçer.
Daûl-Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi,
Dünyada üçüncü, doğunun ise ilk kuduz merkezidir…
Bu merkez kuduz aşısına ek olarak difteri serumu da üretmeye başlamıştır.
Bir aşı üretim ve araştırma enstitüsü olarak “Telkihhane” ise 1892 Temmuz ayında,
Dr Hüseyin Remzi Bey idaresinde İstanbul’ da Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhane bahçesindeki bir binada faaliyete geçer.
Takvimler 1892 yılını gösterirken Emil von Behring “difteri serumu” ‘nu keşfeder.
Sultan Abdülhamid Behring ’e de birinci dereceden Mecidiye nişanı vermiştir.
Behring ‘in keşfinden kısa süre sonra,
Veteriner Mustafa Adil Bey difteri serumunu 1896 yılında “Bakteriyolojihane” de üretmeye başlar.
1897 yılında dünyanın ilk sığır vebası serumunu yine Mustafa Adil Bey üretir.
1903 yılında ise kızıl serumu üretimine başlanır.
Bu esnada,
Toplum tabanlı aşı uygulamaları tamamen ücretsiz olarak, devlet eliyle yürütülmekteydi.
Hızlı bir özet geçtiğimizde,
Tarihimizde aşılamaya ne denli büyük önem verildiğini anlamak belki de daha kolay olacaktır.
Kısaca…
Düşünün bir kere, sadece Veteriner Hekim Mustafa Adil tarafından:
Toplumsal bağışıklama ve aşı keşfinde 19. yüzyılın sonlarına doğru yakalanan ivme,
Genç Cumhuriyet döneminde de hiç hız kesmeden, hatta daha doğru bir ifade ile tam gaz devam etmiştir.
Ülkemizde aşı üretimi,
1996’ da DBT ve kuduz aşısı,
1997’ de BCG aşı üretiminin kesilmesi ile ne yazık ki sona ermiştir!!!
Üretiminin sona ermesi ile aşılar artın dışarıdan satın alma ile temin edilmekte,
Yani,
Tamamıyla dışa bağımlı bir politika izlenmektedir…
18. yüzyılda Batıya aşı kavramını öğreten ecdadın torunları,
Ne yazık ki,
21. yüzyılda aşı tedariği için onun eline bakar olmuştur !!!
İşte azizim,
İngiliz atasözünde geçtiği gibi “Ignorance is bliss”,
Hani cehalet erdemdir diyorlar ya…
Aslında bu cümlede cahillikten gelen ferasete övgü düzmüyor,
Bilakis,
Bilmeyen kişi haberdar da olmadığı için rahattır demek istiyor.
Bir nevi göz görmeyince, gönlün de haberi bile olmuyor misali…
Ben yine sözü uzattım,
Son söz olarak Fuzili ’nin bir beyiti ile kapatayım:
Söylesem tesiri yok,
Sussam gönül razı değil…
Konuk Yazar: Dr. Cüneyt Yardımcı
AK Parti İzmit İlçe Başkanı Halil Güngör Dokuzlar, Milli İrade Meydanını eleştiren İYİ Parti İzmit İlçe Başkanı Halim Tamyüksel’e cevap […]
Ülkenin çökmüş sendikacılığının içinden doğan ve kurtarıcı gözüyle bakılan sendikası Hürriyetçi Eğitim Sen ülkenin kanayan yaralarına merhem olmaya devam ederken […]
İnegöl’de çok daha riskli bölgeler öylece dururken, Devlet Hastanesi karşısındaki merkezi bölgedeki konutların bulunduğu alanın apar topar kentsel dönüşüm uygulama […]
15 Haziran 1928’de Atatürk ile görüşen Gerard Vissering’in uzun çalışmalar sonucunda hazırladığı rapor ve tüzük yüz yıla yakın bir zaman […]
İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu, inşaat çalışmaları tamamen duran Ali Osman Sönmez Çekirge Devlet Hastanesi sorununu Meclis gündemine taşıdı. […]
Ağustos’taki Vatan Hilmi Özden Ağustos ayı; şanlı tarihimize zaferler ayı olarak geçmiştir. Müslüman Türk Milleti 26 Ağustos 1071 yılında Malazgirt […]
TBMM Sağlık Komisyonu Üyesi CHP Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Mühip Kanko, Türkiye’de sağlık politikalarındaki geri adımları ve yanlış kararları […]
Sabit ve dar gelirli vatandaşlar için TOKİ aracılığı ile uygun ödeme koşullarıyla yapılacağı sözü verilen 100 bin konutluk projedeki binlerce […]
Niyet başka akıbet başka! Prof. Dr. Ata Atun Yunanları ve Rumları, aile yapıları, kültürleri, inanışları, eğitimleri, mizahları, kafa yapıları, […]
“Barış için genel af şart” Milliyetçi Sol Parti (MİLLİ SOL) Genel Başkanı gazeteci Hüseyin Alpay, Türkiye’deki cezaevlerinin toplam kapasitesinin 250 […]