Latest update 3 Mayıs 2024 - 01:18
11 Oca 2015 admin Köşe Yazarları, Sürmanşet 6
İstanbul’da Çemberlitaş’a yolunuz düşerse tramvaydan inip hemen sağ tarafta bizden olan, kapısından hemen girilince bir başka dünyaya daldığınız Kubbealtı Akademisi’nin olduğu bahçeye giriniz. Önce sol tarafta yatan mübarek zatlara selam verip, bu manevi atmosferin içinde kaybolmaya hazırlanın. Sizi kapı girişinde üç güzel mânâ sultanı karşılar. Sâmiha Ayverdi Hanımefendi, Ekrem Hakkı Ayverdi Beyefendi ve İlhan Ayverdi Hanımefendi’nin “hoş geldiniz” diyen simalarıyla karşılaşır gibi olursunuz. Günlerden Cumartesi ise burası biraz kalabalıktır. Hat san’atı, tezhip ve Osmanlıca dersleri devam etmekte iken siz bir masada oturup, bu diyâr-ı harikuladenin sizi sarmasına hazırlanın.
Değerli büyüğüm Özcan Bey’i Beyazıt’taki Fetih Cemiyeti’nde ziyaret etmiştim. Daha sonra birlikte geldiğimiz Çemberlitaş Kubbealtı Akademisi hayatımın unutamayacağım bir anı olarak hâtıramda daima yaşayacak anılar arasına girdi. Efendim paylaşayım; bu ziyareti aslında çok özel kılan katılmış olduğum Osmanlıca dersi oldu. Zira üstâdımız Dursun Gürlek Beyefendi’nin o engin, eşsiz, lâtifeli üslubuyla işlediği ders görülmeye değerdi. Benim gibi Batı dilleri ve edebiyatı okumuşsanız anlatılanlar size çok farklı, çok yeni gelebilir. Oysa ders esnasında dinlediklerim her şeyiyle bizdendi. Kısacası bizim insanlarımızın hikâyeleri idi.
Neydi bu dersi mükemmel kılan? Osmanlıca metin okumaları yapılıyordu. Yaklaşık yirmi beş basiretli ve çalışkan talebe eşliğinde okunan metin adeta en baştan yazılıyor ve yeni bir ruh kazanıyordu. Buna İngiliz Edbiyatının ne Chaucer’ı, ne romantikleri ne Victoria dönemi okumaları, ne de başka bir şey eş değer olurdu… Peki, bu ders esnasında beni en çok etkileyen şey neydi? En başta Dursun Bey üstâdın lâtifeşinas kişiliği ve kelime seçmekteki maharet ve zarâfeti sarıp sarmalıyordu dinleyenleri. Asık bir çehreye nispetle gülümseyen bir yüz her zaman için daha iyi bir mürebbidir. O zaman anlamaya, kavramaya doğru yelken açtığınızı hissedersiniz. Zira bu derste de lâtifeler dolu doluydu ve her satırda geçen bazı kelimelerin analizi yapılırken, hem mânâları üzerinde duruluyor, hem nerelerde, hangi eserlerde geçtiği zikrediliyor ve hem de yeri geldikçe bu kelime ile ilgili nüktelerden ya da eserlerden bahsediliyordu. Dinlerken bir anda “Aman Allah’ım! Ben bunu daha önce hiç duymamıştım!” diyordunuz ve dikkatle dinlemeye koyuluyordunuz.
İşte öyle oldu Hersekzade Ârif Hikmet Bey’i anlatan bir eser okunurken de. Osmanlıca metni okuyabilecek bir altyapım olması metni takip edebilmeme yardımcı oldu. Tabii ara sıra mânâ denizine dalmak da gerekiyordu. İşte bu noktada her karşımıza çıkan seçilmiş kelime ile ilgili sorular ardı ardına geliyor ve çeşitli yaşlardan ve mesleklerden olan öğrencilerin cevapları ile de daha da genişleyip, derinleşiyor ve ortaya bir güzel çeşni çıkıyordu. Bu derste her yaştan insan vardı. Hatta öğrencilerden biri de 9-10 yaşlarında olan oldukça çalışkan bir kardeşimizdi.
Bu zengin muhtevalı ders esnasında kendimize ait bir bahçeye girdiğimizi hissettim. Fakat orada bize ait olan türlü türlü meyvelerin ne adını, ne de tadını bilmediğimi anladım. Ama bu bahçenin yaman bir bekçisi vardı; türlü soruları ile size cevabı bulduruyordu. Hem meyvenin adını öğreniyordunuz hem de tadını. O tat da verilen eserlerde, örneklerde gizliydi… Ama ne zenginlik! Hiç düşündünüz mü bir ‘sadr-ı azam’ ne demek? Gelin kelime köküne inelim: Sadr göğüs demek, âzam çok büyük, azametli demek, yani Sadr-ı âzam büyük işleri göğüsleyen, milletin işlerini göğüsleyen kişi oluyor. Ama hadi bakalım ‘sadr’ kelimesi nerelerde geçiyor bir düşünelim?
Elem neşrah leke sadrak, “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?”İnşirâh Suresi / 1 örneği bir öğrenciden geldi. “Sadr-açmak (şeraha) ve sudur-kelimesinin geçtiği Kur’an ayetlerine değinildi.
Bir ara “söz”, “belagat; iyi konuşma yeteneği”, “akıl, düşünme, anlama ve kavrama gücü, us” geçti. Nedir bu kelimenin çoğulu? “Ukala” şimdi “ukala-münasebetsiz” anlamına gelir; ama gerçekte akıllı kelimesinin çoğulu yani çok bilen mânâsında imiş. Zamanla anlam değişikliğine uğramış ve bugünkü farklı manasına bürünmüş. Bu değişimi de üstad Dursun Efendi pek tabii normal karşılıyordu. “Dil zamanla değişime uğrar pek tabii olarak” diyor. “Telakki” kelimesi de anlayış mânâsıyla ve akıl ile bağdaşır, akıl olacak ki anlayış olsun pek tabii” diyor. Söz, belâgat, telâkki derken söylenen söze dikkat edilmesi üzerine Divan Edebiyatının son hiciv ustası Şair Eşref’in Bahriye Nâzırı hakkında söylediği bir hiciv örneğini de zikretmeden geçemiyor üstadımız;
“Bizdeki nâzır-ı Bahriyye Hasan Paşayı
Böyle tarif ediyor vak’anüvisan-ı ümem
Gelecek olduğunu bilse idi neslinden
Almadan Hazreti Havva’yı boşardı Âdem.”
Ve tebessüm ediyoruz…
Bir satırda geçen “hezele” kelimesi ile de hem Sultan III. Mustafa ve hem de Koca Râgıp Paşa yâd ediliyor.
Sultan III. Mustafa tahta çıktığı zaman divân edebiyatımızın büyük şairi ve bürokrasi tarihimizin en mühim simâlarından olan Koca Râgıp Paşa sadrâzamdır.
Devletin içine düştüğü çöküş süreci karşısında ümidini ve enerjisini yitiren Sultan şöyle der:
Yıkılıptır bu cihan sanma ki bizde düzele
Devleti çarh-ı deni verdi kamu müptezele
Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hezele
İşimiz kaldı heman merhamet-i lemyezele
(Bu cihan yıkılmıştır, bizim saltanatımızla da düzelmez. Bu alçak düzen devleti tamamen itibardan düşürmüş, kepaze etmiştir. Şimdi devlet kapılarında hep kaba mizaçlı adamlar, itibarsızlar geziyor. İşimiz şimdi sadece Allah’ın merhametine kalmıştır)
Sadrazam Koca Râgıp Paşa bu dörtlükte geçen “müptezel ve hezel” kelimelerini üstüne almış olacak ki, şöyle bir nazîre ile cevap verir:
Sanma ey dil ki saadet bula bir dem hezele
Verdi Hallak-ı cihân müptezeli müptezele
(Ey gönül sanma ki saadet bulur bu zamanda kaba mizaçlı. Cihânın yaratıcısı itibarsızı itibarsıza vermiştir.)
Gerçi şiirlerde geçen müptezel ve hezel kelimelerinin muhatabı devşirme devlet erkânıdır ama Koca Ragıp Paşa yönetimin başıdır ve bu kelimelerden alınmıştır.
Bu iki örnek her ne kadar sevimli hâdiseler üzerine cereyan etmemiş de olsa bugünün devlet yöneticileri için ciddi dersler içermektedir.
Devlet kurumları arasında kavga hoş değildir ama eski kavgalar hiç olmazsa bir edebi nezâket taşıyormuş. Keşke bu nezaket bugünkülerde de olsa.
Örnekler devam ederken söz tamlamalar ve değişimlere gelince harf inkılâbı ertesi Ferid Kam Bey ile Abdülhâk Hamit Tarhan Bey’in arasında geçen bir konuşma ile ince bir çizgi yakalanır. Ferit Bey yakınmaktadır, “Efendim, id idik, harf inkılâbı ile it olduk der. Abdülhâk Hamit Bey’de “Efendim, siz yine iyisiniz, biz ise ham-it olduk” der ve bu nükte ile aslında kaybettiklerimizin farkına varırız biz zaman içinde… Abdülhâk Hamit Tarhan Bey’in bir güzel şiiri “Mekân-ı Fâtihi Ziyaret” zikredilir. Okunmalı…
Bir yerde tiksinme anlamlarına gelen ikrâh kelimesi geçer ve hoş bir beyitle ve Dursun Hoca’nın yerinde tonlamasıyla mânâ kazanır ders esnasında;
“İnsana sadâkat yaraşır, görse de ikrâh
Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah”
dizelerinin ardından bu satırların Ziya Paşa’ya ait olduğunu ve kendisinin de Adana’da medfun bulunduğunu öğreniyoruz. Adana’da Ziya Paşa gibi valilik yapmış kaliteli bir zat daha var: merhum Abidin Dino’nun dedesi Abidin Paşa… “Zaman olsa da Abidin Paşa’nın mesnevi şerhini de okusak” der hocamız. Belki bu vesile ile bulup okuyabilirsiniz. Abidin Paşa hakkında yanımda oturmakta olan değerli büyüğüm, Özcan Bey’in ilettiği bir bilgiyi aktarayım; Abidin Paşa çok iyi Farsça öğreniyor ve Mesnevihan İcâzeti alıyor. Bu da kolay kazanılan, her baba yiğidin harcı olan bir şey değil tabii. Ahmet Hamiş Efendi’de “oğlum senin nasibin ilmiyede” diyor. Özcan Bey ayrıca bir hatırasını da aktarıyor: “Vaktiyle Çankırı’da bulunduğum sırada 17-18 yaşlarında tok sesli bir Hafız Ahmet vardı. Köydeki imamdan Kur’an okumayı öğrenip, hâfız olmuş. Bu Ahmet köy imamından Arapça’yı da öğrenmiş. Sonra diyorlar ki, “Ahmet sen orta okul sınavlarını versene.” Ve Ahmet orta okul sınavlarını veriyor. Ardından lise imtihanlarını da veriyor. Sonra da İslam Enstitüsüne gidiyor. Nihayet doktorasını da yapıyor. Daha sonra Fransa’ya gitmiş ama orada Ermeniler onu bir hayli hırpalamışlar. Bunun üzerine yurda dönüyor. Yıllar sonra günün birinde Özcan Bey bir arkadaşı ile Merkez Efendi’de bir mezar taşı kitabesini çözmeye çalıştığı sırada, bir hayli uğraştan sonra, bir de bakarlar camiden bizim Ahmet çıkmıyor mu? “Aaa Ahmet, nasılsın, ne yapıyorsun derken, biz bu yazıyı okumaya çalışıyoruz diyen büyüğüm aynen diyor ki ”Ahmet tırtttttt diye satırları bir çırpıda okuyuverdi bize”. İşte bir köy imamının yetiştirdiği Ahmet nasıl da şöküvermişti kitâbe yazısını. Burada hem kaliteli eğitimin hem de Ahmet’in hakkını vermek gerek. Mekânı cennet ola…
Metni okumaya devam ediyoruz. Laf Kâni’ye gelince “Kırk yıllık Kâni, olur mu yani” tabirinin de nereden geldiğini öğreniyoruz. Kâni Bey günün birinde bir Fransız Hanıma aşık olur. Fransız Hanım onunla ancak Hıristiyan olması koşuluyla evlenebileceğini söyler. Kâni Bey de “Kırk yıllık Kâni, olur mu yani” diyerek teklifle birlikte bu şartı da kibarca reddeder. Bugün biz bu sözü benimsiyor ve kullanıyoruz. Meğer buradan geliyormuş bu söz de.
Edeb kelimesi geçtiğinde “Be adamlar! Edebi Kur’an’dan öğreniniz” sözü hatırlanır ve bir öğrenci Kur’an’da geçen edeble ilgili bir ayeti aktarır; ” Evlere kapılarından giriniz” Bakarâ Sûresi 189. Ayet. Bu arada evlere bacalarından giren ve hediye dağıtan birinin ne kadar hayırlı olabileceği de kendi kültürümüz nokta-i nazarından bir düşünme imkânı verir bize…
Dersimiz giderek zenginleşir ve bir ara mezarlık kültürünü yansıtan enteresan mezar taşı kitâbelerine gelir mevzumuz. Konuyla ilgili müktesebatı derin olan Dursun Hocamızın zengin örneklerle dolu ve sağnak yağmur gibi yağan kültür bombardımanına tutuluruz bir anda. Mesela;
“Ey zat! Anlarsın nasıl yaşadığımı kırık dökük mezar taşımdan.
Fatihâ istemem defol git başımdan”
“Beni kurşun değil, karı dırdırı öldürdü” yazılı mezar taşı kitâbesi ile Merkez Efendi’ye defnedilmiş hanım dırdırından vefât eden bir zâtın adı da zikredilir.
Kâh hüzünlendik, kâh güldük, ama kesin olan bir şey var ki, çok şey öğrendik. Bu arada kitâbeler ile ilgili kitap okumak isteyenler de Edhem Eldem’in Mezar Taşları serisine başvurabilirler.
Bu derse misafir sıfatıyla katıldım ve bir saat gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde sizinle paylaştıklarımı öğrendim. İnsanoğlu bedeniyle içinde bulunduğu zamanda yaşar ama ruhuyla geçmişe veya geleceğe yolculuk edebilir. İşte bu muhteşem Osmanlı Türkçesi dersinde hocamız muhterem insan Dursun Gürlek Beyefendi ile beraber geçmişte nerelere gittik, nerelere… Allah ondan razı olsun diyor ve alabildiklerimi paylaşıyorum sizlerle…
Bu yazıyı kaleme alışımın bir önemli sebebi daha var. Osmanlı Türkçesi dersi verecek olan öğretmenlere müstesna bir emsal göstermek istedim. Osmanlıca sadece harfleri tanıyıp anlamaktan ve onları söküp, okumaktan ibaret değildir. Zengin bir kültürle birlikte verilmedikçe daima eksik kalır. Bu konuda hem gönülleri, hem de dağarcıkları dolu üstadlara ihtiyacımız var. Bu işi yapacak olan saygıdeğer eğitimcilerimiz lütfen Kubbealtı Akademisi’ne uğrayarak, örnek bir ders izlesinler, vesselam…
Alınan bu notların takdiminde bir sûrç-i lisan oldu ise affola…
Mekânlar cennet ola…
03 May 2024 0
02 May 2024 0
02 May 2024 0
02 May 2024 0
DEM PARTİ Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, 1 Mayıs işçi bayramında grevdeki Mersen işçilerini ziyaret etti. Konuyla ilgili bakanlığa soru […]
İstanbul’da binlerce konut inşa eden İMC Turizm İnşaat, Edremit Körfezi’nde ilk projesini Burhaniye Ören Ayaklı mevkisinde ‘Şefika Hanım Evleri’ projesini […]
Rekabet Kurulunun 26.07.2023 tarihli ve 23-34/644-M sayılı kararıyla Adana, Antalya ve Gaziantep illerinde faaliyet gösteren oto galerilerin 4054 sayılı Rekabetin […]
Mot Grup Bilişim Limited Şirketi’nin yeniden satıcılarının satış fiyatlarını tespit etmek ve internet satışlarını kısıtlamak suretiyle 4054 sayılı Rekabetin Korunması […]
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Eyüpsultan Belediye Başkanı Mithat Bülent Özmen’e tebrik ziyaretinde bulundu. “Belediyelerimizde, değişim sürecinde dikkat etmemiz gereken çok […]
BAŞKAN SANİYE BORA FIÇI, 1 MAYIS’TA BELEDİYE ÇALIŞANLARIYLA BULUŞTU Foça Belediye Başkanı Saniye Bora Fıçı, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma […]
Yaşasın Onurun ve Emeğin Mücadelesi! “İşçi ve Emekçinin onurlu mücadele günü olan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Gününü yürekten kutluyorum”diyen […]
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’nda görev yapan Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu, sağlıklı beslenmeye yönelik yemek […]
İktidardaki AK Parti ise 2. çıktı. Üstelik TBMM’de çoğunluğu da yok. MHP bastonuyla yürüyor. Türkiye bu iktidarla artık huzuru göremez […]
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Bakırköy Belediye Başkanı Doç. Dr. Ayşegül Ovalıoğlu’na tebrik ziyaretinde bulundu. İlk 5 yıllık dönemlerinde, Bakırköy özelinde […]
Maşallah kardeşime, sırf bu satırları okumak bile dağarcığımızı genişletti, hem de o asil üslubunuzla an be an gözümüzün önünde canlandıkça canlanan Kubbealtımız, kaleminiz ve yüreğinizle danteller misali gönlümüze yeniden işlendi ki kolay kolay silinmeyecek bir tad hasıl olup adeta damağımıza tarafınızdan nakşedildi.
Eyvallah Ahsen Hanımcım, sağolunuz. Derse katılmam güzel bir nasip idi, ama öyle güzel bir nasip ki sizlerle paylaşamadan edemedim… Sevgilerle…
Ayşe hanım ne güzel yazmışsınız. Ellerinize sağlık. Hoca’ yo tanırdık, ama yine de çok aydınlatıcı oldu. Yazılarınızı merakla bekleyeceğim.
Eyvallah Nur Hanım 🙂 Güzel mesajınız için teşekkür ederim. Dursun Hoca bir derya maşallah! Oralarda yakınlarda olanlar kıymetini bilip peşini bırakmasınlar… Uzakta olanlar kitaplarını okusunlar isterim. Kalın sağlıcakla…
Elinize dilinize sağlık Ayşe hanım.. bizi aldınız ve goturdunuz başka dünyalara
Sevgili Ayşecim ne güzel özümsemiş ve anlatmışsın. Benim ilk olarak 1972 yılında girdiğim o kubbenin altından siz gençlerin de en az aynı hazzı duyarak geçmeniz ve o ocaktan feyzalmanız ne şükredilecek bir lûtuf. Allah o aziz insanlardan, Ayverdilerden razı olsun.