Latest update 4 Aralık 2023 - 15:00
08 Ara 2014 admin Köşe Yazarları 0
İngiliz filozofu ve siyaset adamı John Stuart Mill 1866 yılında parlamentoya sunduğu bir yasa tasarısı ile kadınlara da seçimlerde oy kullanma hakkı verilmesini teklif eder. Mill’in bu teklifi fazla destek görmez ve reddedilir. Tasarıya şiddetle muhalif olanlar arasında İngiltere Kraliçesi Viktorya’da vardır. Bir kadın olan Kraliçe bile parlamentodaki erkek vekiller gibi düşünmekte ve hemcinslerine yönelik olarak en ufak bir hak tanıma arzusu taşımamaktadır.
Sekizinci Henry’nin öldüğü yıl olan 1547’de İngiltere’de kadınların İncil’e el sürme yasağı kaldırılır. Hıristiyanlığın zuhurundan on beş asır ve İngiliz tarihindeki ilk demokratik belge olan Magna Carta’nın ilanından ancak 332 yıl sonra İngiliz kadını kutsal kitabına dokunabilme hakkını elde eder. Bu gerçek göz önüne alındığında John Stuart Mill’in teklifine adeta koro halinde karşı çıkılmasını yadırgamamak gerekir. Kadın hakları söz konusu olduğunda demokrasinin beşiği olan İngiltere’de bile durum bu merkezdedir. Varın, diğer Avrupa ülkelerini siz düşünün.
Ülkemizde zaman zaman kadınların siyasal haklarını yeterince kullanamadıkları, parlamentoda yeterli sayıda kadın milletvekili olmadığı ve Türk kadınının diğer sahalarda olduğu gibi siyasal haklar konusunda da geri olduğu ifade edilmektedir. Konu mukayeseli bir bakış açısı ile ele alındığında gerçekte bu kanaatin pek de doğru olmadığı görülecektir. Öncelikle kadınların sadece Türk toplumunda değil, her toplumda öne çıkıp, varlık gösterebilmeleri ve özellikle de siyasal haklarını kullanabilir vaziyete gelmeleri, eğitim seviyelerinin yükselmesi ve iktisadi açıdan güçlenmeleriyle alâkalı bir durumdur. İçtimai ve iktisadi şartlar rayına oturduğu zaman, siyasal hakların kullanılması kolaylaşmaktadır. Ayrıca aynı durum erkekler için de geçerlidir. Ama birilerinin iddia ettiği gibi bu toplumda eskiden beri sistemli bir kadın düşmanlığı yapıldığı ve kadınların hâkim zihniyet tarafından kasıtlı olarak bir köşeye itilip, dışlandıkları ve geri bırakıldıkları iddiası sadece mesnetsiz bir önyargıdan ibarettir. Bu toplumda tarihin hiçbir döneminde batı tarihindekine benzer şekilde sistemli bir kadın ayrımcılığı yapılmadığı gibi, Türk kadını gelişmişlik seviyesine göre siyasal haklarına kavuşma bahsinde batılı hemcinslerinden de geri değildir. Hatta birçok batılı ülkenin önünde olduğu kesindir.
Batılı kadın diğer hususlarda olduğu gibi siyasal haklarını elde etme meselesinde de çok uzun süren bir mücadele süreci yaşamıştır. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında John Stuart Mill’in girişimiyle başlayan oy hakkı mücadelesine feministler sahip çıkmış ve bu mücadele ancak yarım asır sonra semeresini vermeye başlamış, Birinci Dünya Savaşı’nın bittiği yıl olan 1918’de İngiltere’de evli, mülk sahibi ve 30 yaşın üzerinde olan üniversite mezunu kadınlara oy hakkı tanınmıştır. Aristokrat İngiliz kafası ilk etapta kadının oy verme hakkını bazı şartlara, özellikle de mülkiyet ve yüksek eğitim gibi statü belirleyicisi olan kendisince önemli iki temel esasa bağlamıştı. Gerçi Avrupa’da kadınlara oy verme hakkını tanıyan ilk ülke İngiltere de değildi. Yüzyılın başından itibaren Finlandiya, Norveç gibi bazı ülkeler oy verme hakkını daha önceki tarihlerde kadınlarına tanımıştı. 1928’de ise İngiltere’de bu hak 21 yaşını idrak eden kadın-erkek herkese tanınmıştır. Dikkate değer olan taraf ise, bu süreçte boykotların, hapislerin, açlık grevlerinin ve zaman zaman da şiddetin egemen olduğu dönemlerin yaşanmış olmasıdır. Batılı kadın demokrasinin kıblesi olan İngiltere’de bile ancak böylesine zorlu bir süreçten geçerek en temel siyasi haklarına kavuşabilmiştir. Biz de bir avuç entel ve sonradan görme züppeden başka pek kimsenin iltifat göstermediği Feminizmin Batı’da niçin ciddi bir gelişme potansiyeline sahip olduğu İngiltere tarihinde yaşanan şu gelişmelerden anlaşılmaktadır.
5 Aralık 1934 tarihli anayasa değişikliğiyle Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. Birçok Avrupa ülkesinde ise kadınların siyasal haklarına kavuşmaları bu tarihten sonra gerçekleşmiştir. Fransa ve Belçika’da 1944’te yapılan yasa değişiklikleriyle kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. Siyasal hakları uğruna örgütlü mücadeleyi 19. yüzyılda başlatan ve Fransız Devrimi’nden beri siyasi hayatın içinde olan Fransız kadınları bile oldukça geç bir tarihte ve ancak İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı olağanüstü koşullarda bu hakkı elde edebilmişlerdir. Alman ve İtalyan kadınları ise Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra siyasal haklarına kavuşmalarına rağmen bu haklara uzun süre sahip olamamışlar, Faşizmin ve Nazizm’in iktidara gelmesiyle birlikte bu hakların bir kısmı diktatörler tarafından geri alınmış ve bu ülkeler kesin olarak ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kadınlarına siyasal haklarını verebilmişlerdir. Aynı durum Portekizli kadınların da başına gelmiş, cumhuriyet idaresi döneminde kazandıkları haklarını 1926’da Salazar’ın diktatörlüğü döneminde kaybetmişlerdir. Portekizli kadınlar bu hakkı bir daha ancak aradan elli yıl geçtikten sonra 1976’da elde edebilmişlerdir. Sahip olduğu birçok özelliğiyle çağdaşlığın simgesi gibi gösterilen İsviçre dahi bu konuda çok geç bir tarihte atılım yapabilmiş, ancak 7 Şubat 1971’de çıkan bir yasa ile İsviçreli kadınlar seçme ve seçilme hakkına kavuşmuşlardır. Hatta bazı kantonlarda bu hakkın yasalaşması 1990’ı bulmuştur. Medeni kanunumuzu borçlu olduğumuz İsviçre bile bizden ancak 37 yıl sonra kadınlarına bu hakkı tanımıştır. Avrupa medeniyetinin köklerini kendisinde aradığı komşumuz olan Yunanistan’da bile bu hak kadınlara 1952 senesinde tanınmıştır.
Avrupa tarihinde saltanat veraseti yoluyla tahta oturan hanedan mensubu kadın hükümdar ve yöneticileri bir tarafta bırakacak olursak, 1979 senesine kadar Avrupa’nın ve hatta bilumum bütün batı dünyasının başına birinci dereceden görev yapan bir kadın yönetici gelmemiştir diyebiliriz. Sadece İngiltere’nin değil, bütün Avrupa’nın ilk kadın başbakanı olan Margaret Thatcher bu konuda bir ilke imza atmıştır. Ondan tam on iki yıl sonra ise Fransa ilk kez bir kadın başbakan ile tanışmış, Edith Cresson 1991’de göreve başlamıştır. Avrupa tarihinde modernleşmenin öncüsü olan bu iki toplum, modern toplum ve ulus devlet vasfını kazandıktan çok sonra ancak bir kadın yöneticiye sahip olabilmişlerdir. 1789’dan 1871’e kadar kesin kararını verememiş bir tarz içinde cumhuriyet idaresini denemiş, o tarihten itibaren ise artık kesin kararını vermiş olarak bu tarzı idareyi benimsemiş olan Fransa devleti cumhuriyet idaresine kavuştuktan tam 120 yıl sonra bir kadın başbakana hükümeti teslim etmiştir.
Almanya’nın ilk kadın başbakanı ise 2005’te başbakanlık koltuğuna oturan Angela Merkel’dir. 1871’de Bismarck öncülüğünde birliğini tamamlayarak, ulus-devletini kuran Almanya, bir kadın başbakana ancak, bu tarihten tam 134 yıl sonra sahip olabilmiştir. Modern ulus-devletini 1923’te kuran Tük toplumu ise cumhuriyetin yetmişinci yılında bir kadını bu göreve getirmiştir. Fransız İhtilali’nden sonra cumhuriyet idaresiyle tanışan, fakat kesintisiz olarak ancak 1871’den beri cumhuriyetle idare edilen Fransa bile ilk defa 1991’de bir kadın başbakanla tanışmıştır. Edith Cresson’un Fransa’nın ilk kadın başbakanı olarak göreve başlamasından yalnızca iki yıl sonra Türkiye’de Tansu Çiller başbakan olmuştur. Bir kadının Türkiye’de başbakan olmasından ancak on iki yıl sonra Almanya’nın ilk kadın başbakanı olan Merkel o koltuğa oturmuştur.
Batı demokrasisinin lideri olan ABD ise bugüne kadar bir kadın başkana sahip olamamıştır. 1920 senesinde gerçekleşen anayasa değişikliğiyle ABD’li kadınlar siyasal haklarına kavuşmalarına ve o tarihten bugüne değin de aradan yaklaşık bir asra yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen Amerikalılar hala bir kadın başkan seçememiştir. 2008’deki başkanlık seçimleri öncesinde Demokrat Parti’nin iki başkan adayından biri zenci, diğeri kadındır. Sosyal bünye yedi başlı ejderha misali her an başını kaldırmaya hazır ırkçılık mikrobuyla malul bulunmasına rağmen delegelerin çoğunluğu bir kadının değil de, bir zencinin başkan adayı olmasından yana tercihte bulunmuştur. Kısacası yenidünyanın en eski ve devamlı demokrasisi olan Amerikan devlet ve toplumu dahi bugüne kadar bir kadın başkan seçme konusunda çok istekli davranmamıştır.
Türk kadınının parlamentodaki temsil nispeti de her zaman tartışma konusu olmuş ve kadınların bu çatı altında sayısal açıdan da ciddi bir ağırlığa sahip olmaları gerektiği ifade edilmiştir. Bazen konuyla ilgili değerlendirme yapılırken düz mantıkla da hareket edilmiş, nüfusun yarısının kadın olduğu, o itibarla meclisin de yarısının kadınlardan oluşması gerektiği dahi savunulmuştur. Son derece sağlıksız, sığ ve feminen bir bakış açısının eseri olan bu yaklaşım tarzını eleştirmemizin sebebi, asla kadın-erkek ayrımcılığı yapıyor olmamız değildir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bu neticenin devşirilebilmesi sadece kadın açısından değil, herkes açısından eğitim ve iktisat ayaklarının sağlam bir şekilde kurulmasına bağlıdır. Kadınların erkeklerle gelir seviyesi ve eğitim düzeyi bakımından eşit hale gelmesi durumunda meclis aritmetiğinin kadınlar lehine değişip, böyle bir neticenin doğması zaten kaçınılmazdır. Ayrıca olmalıdır da…
Kadını diğer açılardan güçlendirmeden, mecliste yüksek bir nispetle temsil edilmesini sağlamaya dönük girişimler realiteyle bağdaşmayan suni neticeler doğuracaktır. Nitekim bunun örnekleri görülmüştür de… Kadınlara siyasal haklarının verilmesinden sonra yapılan ilk genel seçimde meclise 18 kadın milletvekili girmiş olup, daha sonraki seçimlerde altmış yıl boyunca bu sayıya bir daha ulaşılamamıştır. Bunun sebebi, 1935 seçimleri sonucunda oluşan meclisin, tek parti döneminin şartları gereği devlet başkanının hazırladığı listenin seçmen tarafından onaylanmasından ibaret olmasıdır. O dönemde devlet başkanının takdir ettiği sayıda kadın, milletvekili sıfatıyla meclise girmiştir. Daha sonraki yıllarda, bilhassa da demokrasiye geçildikten sonra iktisadi ve sosyal gerçeklerle bağdaşmayan bu durum bir daha tekrarlanmamıştır. 1999’dan sonra yapılan her seçim ise meclisteki kadın milletvekili sayısının artışıyla sonuçlanmıştır. Daha önceki dönemde 13 olan kadın parlamenter sayısı 1999 seçimlerinde 23’e çıkmış, 2002 seçimlerinde bu sayı sadece 1 artarak 24 olmuş, 2007 seçimlerinde ise tam iki kat, yani % 100 artarak 48 sayısına ulaşmıştır. 2011 genel seçimlerinde de, kadınların toplumsal hayatta artan ağırlıklarına paralel olarak, meclise giren kadın parlamenter sayısı % 60 oranında bir artışla 78’e ulaşmıştır. 2007 ve 2011 seçimleri kadınların meclis aritmetiği içindeki sayısal ağırlıklarının arttığı yıllar olup, özellikle de 2007 seçimlerinde cumhuriyet tarihinin rekoru kırılarak, kadın milletvekili sayısı önceki yasama dönemine göre tam iki kat artmıştır. İşin dikkate değer olan bir başka yönü ise, kadınların parlamento içindeki sayısal ağırlığının artması ile Türkiye’de orta tabakanın iktisadi ve sosyal açıdan güçlenmesinin aynı zaman diliminde gerçekleşmiş olmasıdır. Bence mesele bu açıdan da incelenmeye değerdir.
Tarihe baktığımızda batılı kadının siyasal haklara sahip olma ve onları kullanma açısından bizden hiç de önde olmadığı görülmektedir. Hatta bu konuda Türk kadını birçok batılı ülke kadınının oldukça önündedir. Batılı kadının belki de Türk kadınından üstün olduğu tek husus, uzun bir siyasal mücadele geçmişine sahip olmasıdır. Zira Türk kadını bugün sahip olduğu siyasal haklarını batılı kadın gibi uzun soluklu bir mücadelenin içinden geçerek kazanmamıştır. Ona bu haklar hediye edilmiştir.
Batının tarihinde zorlu mücadeleler neticesinde erişilen olumlu sonuçlara, bizim tarihimizde sadece bir tek gün içinde gerçekleşen hukuki düzenlemelerle ulaşılmıştır. 1856 senesinde nasıl Ahmet Cevdet Paşa’nın bir layihasıyla kölelik kaldırılmış ve toplumdan buna yönelik ciddi bir itiraz yükselmemişse, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildiğinde de toplumdan buna “hayır” diyen bir muhalif ses çıkmamıştır. Irk ve cins ayrımcılığı gibi bir yığın sosyal defosu olan batı toplumlarının bu hususiyeti geçmişten gelen sınıflı toplum yapılarının uzantısıdır. Batı dünyasında olduğu şekliyle bir sınıf kavramı olmayan ve bu yüzden de değerler hiyerarşisinin merkezine adalet kavramını yerleştiren Türk cemiyeti, kadın meselesinde de yaygın yanlışın aksine kötü bilançoya sahip bir toplum değildir.
Bu duygu ve düşüncelerle Türk kadınının seçme ve seçilme hakkına kavuşmasının sekseninci yıldönümünü kutluyor, kadınlarımızla birlikte nice mutlu ve umutlu yarınlara el ele ve gönül gönüle yürümeyi diliyorum.
04 Ara 2023 0
04 Ara 2023 0
04 Ara 2023 0
04 Ara 2023 0
Kocaeli Saadet Partisi Gençlik Kolları Başkanı Furkan Dursun Taş, 3 yıldır yürütmekte olduğu Gençlik Kolları Başkanlığı görevini Furkan Beytekin’e […]
Derince’deki Toprak Mahsulleri Ofisi’nin önüne giderek 4 ay önce yaşanan patlamayla alakalı açıklamalarda bulunan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi […]
Cinsellik üzerinde konulan toplumsal kuralların temelinde cinsel hastalıkların yayılmaması vardır. Peki bu kuralların içinde arasında yaşayan insanlar cinsel sağlıklarına gerçekten […]
Körfez esnafından Kurtuluş’a tam destek geldi. Muhammet Kurtuluş gittiği her yerde aday gibi karşılanıyor. Körfez ilçesinde bulunan bütün mahalleleri […]
TBMM’de basın toplantısı düzenleyen Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, “Biz bu belediyelerin usulsüzlüklerini biliyor ve […]
Bazı kurum ve kuruluşlara ilişkin atama ve görevden alma kararları, Resmi Gazete’de yayımlandı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasını taşıyan atama kararlarına […]
Şubatta’ki deprem ile sarsılan Malatya’da art arda 5,5 ve 4,7 şiddetinde depremler meydana geldi Merkez üssü Malatya’nın Battalgazi ilçesi olan […]
Liberal Demokrat Parti (LDP) eski Genel Başkanı Cem Toker, Meral Akşener’in İYİ Parti’yi bitirme noktasına getirdiğini söyledi. Cem Toker, Meltem […]
TGF’DEN İLETİŞİM BAŞKANLIĞI’NA ÇAĞRI Karaca ” Yerel Basının mağduriyeti acilen giderilmelidir” Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı Yılmaz Karaca, gazetelerin yanı […]
Hollanda’daki Türk varlığını parlamentoda yaşatan yegâne parti DENK’e, siyasi görüşlere bakmaksızın oy vermeliyiz… Tarafsızlığımıza rağmen, DENK’i desteklediğimiz için, bize damga […]