Latest update 3 Eylül 2024 - 21:15
22 Ara 2014 admin Köşe Yazarları 0
Bir toplumda ferdiyetin gelişebilmesi için kişiliğe, kişinin içinde yaşadığı sosyal çevreyle uyumlu bir bütün oluşturabilmesi içinse kimliğe ihtiyaç vardır. İnsanlar cemiyet içerisinde birbirlerini ancak bir takım nispetler üzerinden tanırlar. Kimlik aynı zamanda muhataplar nezdinde fark yaratıp, tefrik edilebilmek açısından da elzemdir. Örneği çok fazla görülmese de, insan kimliğini değiştirebilir. Fakat kimlik kendi içerisinde bir değişime tabi değildir. Kişilik bir gelişme istidadına sahip olan, kimlik ise değişmeyen ve sabit olan bir unsurdur. Kimlik statik, kişilik ise dinamiktir. Eğer statik olan dinamik olanı enterne etmeye kalkarsa, insanoğlundaki gelişme ve ilerleme imkânı zayıflar. Potansiyel atıl hale gelir. İnsanoğlu varlığının anlamını kaybederek, mutsuzlaşır. Zira, kendi benliğindeki özneyi geliştirmek yerine statik bir yapıya angaje hale gelmiştir. Toplumsal hayatın bu iki asal unsuru, ancak birbiriyle dengeli bir ilişki düzeni kurduğu ve özellikle de kimlik kişiliğin varlık sahasını bloke etmediği ölçüde cemiyet sağlıklı ve gürbüz bir bünyeye sahip olabilir.
Kimlik ile kişilik arasında sağlıklı bir denge kurulabilmesinin ilk şartı ise, oturmuş bir kişiliğe sahip olmadan sosyal bir kimliğe talip olmamaktır. Toplumsal handikaplarımızdan birisi de genç insanımızın daha henüz kişilik gelişiminin belli bir evresini geçmeden hatta çoğu kere sürecin başında iken bir kimliğe angaje olmasıdır. Daha yolun başında bir kimlikle özdeşleşmek, kişilik gelişiminin sağlıklı bir seyir takip edememesinin en önemli sebebidir. Bu hata sadece, benliklerine etiket vurmak için insanları çatıları altına davet eden kurumların değil, doğuracağı olumsuzlukları düşünmeden genç nesillerin de yaptığı gönüllü bir tercihtir.
Yeni yetişen nesillerde fazlaca görülen bu eğilim aynı zamanda bir kolaycılığın da ifadesidir. Zira kişilik eğitimi, belli bir kimliğe angaje olmaya ve onun nimetlerinden nemalanmaya nispetle çok daha zordur. Kimlik edinmek ise daha zahmetsiz bir kazanımdır. Zamanımızda insanlar bir defterin üzerine etiket yapıştırırcasına kimlik sahibi olmaktadırlar. Henüz kişiliği gelişmeden, isminin üzerine içine girdiği grup ya da cemaatin kaşesini vurduran şahıs, dâhil olduğu ortamda sorgulamayan, anlamaya çalışmayan, sadece kendisine öğretilmiş gerçeğe(!) körü körüne bağlı kalmaya ve onu azami ölçülerde savunmaya formatlanmış bir piyon işlevini üstlenmektedir.
Bir insanı kendiniz ya da bağlı bulunduğunuz dünya görüşü adına kazanmak istiyorsanız, ona bir kimlik izafe edersiniz. Eğer onu önce kendisine daha sonra da cemiyete kazandırmak niyetine sahipseniz, onu varlığındaki potansiyelle buluşturup, evvelemirde kişiliğini geliştirmesine yardımcı olursunuz. İster dini, ister seküler karaktere sahip olsun, bugüne kadar Türkiye’de mevcut olan yapı ve organizasyonlar çoğunlukla kişiliği bastırılmış insan yığınları üzerinden kendilerine ilerleme ve gelişme sahası bulmuştur. Siyasal ve sosyal düzen bu damardan beslendiği için de kimlik giydirme operasyonları daima revaçta olmuş, insanımızın kişiliği ve toplumsal karakterimiz kimlikçi siyasetin ağırlığı altında ezilmiştir.
Kişilik sahibi olmadan belli bir kimliğe bağlanan kitlelerin bu tavrı, onlara o kimliği izafe eden yapılar tarafından da adeta teşvik edilmektedir. Kişilik sahibi insanı ikna edip, yönlendirmek daha zor ve çetrefil bir iş iken, kişiliği gelişmeden kendisine belli bir kimlik giydirilmiş insanı idare etmek daha zahmetsiz ve kolaydır. Zira devingen bir unsur olan kişilik sürekli olarak değişeceği için varlık kendisini sürekli olarak yenileyecek, bunun neticesinde üzerine giydiği sabit bir unsur olan kimliği de kişiliğinde ortaya çıkan tahavvül ve inkişaflara göre sürekli olarak sorgulayacaktır. Siyasi ve sosyal içerikli teşkilâtlar bunu kaldırabilecek bir esnekliğe sahip değildir.
Türkiye’deki birçok siyasal ve sosyal grup adeta kimlik üretim merkezi gibi çalışmaktadır. Bir firmanın ürettiği malın üzerine kendi kaşesini vurması gibi, bu örgütlerde üyelerinin benliğine kendi kimliklerini basmaktadır. Sanayi toplumunun seri üretim mantığı tek tip birey yetiştirmeyi hedefleyen Tevhid-i Tedrisat düzeniyle önce eğitim hayatımıza girmiş, daha sonra da siyasi partilere, dini gruplara ve daha bir yığın sosyal aidiyeti ön plana çıkaran yapıya nüfuz etmiştir. Bir fabrika işçisi sürekli dönmekte olan üretim çarkının içinde nasıl seri imalat yapıyorsa, politik kuruluşlar, dini cemaatler, tarikatlar ve daha bir yığın sosyal grup da bugün bundan farklı bir misyon yerine getirmemektedir. Bu sebeple siyasi parti, cemaat ve sosyal gruplar bünyelerine dâhil ettikleri insanların kişiliklerinden ziyade kimliklerini öne çıkarmaktadır. Mensuplarının ne kadar kaliteli insanlar olup, ne ölçüde doğru ve isabetli değerlendirme yaptıkları değil, ne kadar sadık oldukları onları ilgilendirmektedir. Açıktan ifade edilmese de, her kayıt ve şart altında sadakat beklenmektedir. Yerine göre haklı tenkitler bile hoş karşılanmamakta, eleştirinin dozajı arttığında ise tenkit sahipleri haklılıklarına bakılmaksızın ihanet ve döneklikle dahi suçlanabilmektedir. İnsanın şahsiyetinden vaz geçmesi değil de, kimliğini sorgulaması(!) dönekliğin miyarı olmaktadır.
Yol ayrımına gelen şahıs mensubu olduğu hareketi terk edemeyince ise, çoğu kere susmayı tercih etmektedir. İçinde yer aldığı hiyerarşik yapı vicdanen kabul etmediği bir takım tasarruflar da bulunsa bile, onu eleştirir bir pozisyon alamamaktadır. Bu konuda hariçtekiler tarafından sorgulandığında ise, ya gördüğü yanlışı görmezden gelmekte, ya da tevil yoluna gitmektedir. Zırva tevil götürmediğinde ise çoğu zaman manidar bir sükûtu tercih etmektedir. Kimlikçi siyasetin olumsuzluklarından birisi de mensuplarının tepki ve reaksiyonlarını kontrol altına alıcı bir fonksiyon icra etmesidir.
Siyasi parti ve cemaatler, mensuplarına sürü psikolojisi mantığıyla yaklaşmaktadırlar. Genel kabullere iltifat etmeyen, hayatı ve hadiseleri kendi perspektifinden değerlendirebilen bağımsız şahsiyet sahipleri ise bu yapıların içinde fazla rağbet görmemektedirler. Bugün hangi siyasi parti liderinin ya da hangi cemaat başkanının yakın çevresinde onu kıyasıya eleştirebilen şahsiyet sahipleri vardır. Liderin yakınında konumlanabilmenin şartı sürü psikolojisi mantığına aykırı düşmemektir. Müstakil kişilikler ya hareketin merkezine daima belli bir uzaklıkta tutulurlar, ya da kısa sürede tasfiye edilirler. Türkiye’de siyasetin marjından merkezine doğru emin adımlarla yürümenin en kestirme yolu ferdiyet haklarından vazgeçme pahasına da olsa kimlikçi siyasete sıkı sıkıya sarılmaktır. Siyaset, cemaat, tarikat ve sair sosyal gruplar hep bu insan tipinden beslenirler.
Erkenden sahip olunan baskın kimliğin tahrip edici etkilerinden birisi de kişinin varlığında mevcut olan muhalif özneyi yeterince geliştirememesi olmaktadır. Kişiye prova edilmeden giydirilen bu kimlik onu hayatı, olayları ve yeri geldiğinde kendi tercihlerini dahi sorgulayabilen analizci-sentezci bir mantıktan yoksun kılmaktadır. Kişi gerektiğinde çevresinde mevcut hemen her şeyi kritiğe tabi tutan ve doğru olarak bildiği fikirlerden bile yeri geldiğinde şüphe edebilen ve böylelikle de sürekli olarak kendisini yenileyen bir vizyon ve çerçeveye sahip olamamaktadır. Sabit bir unsur olan kimlik kişinin gelişme potansiyelini de sabitlemekte ve onun yeni açılımlar yapmasını engellemektedir. Herkesin kendisine özgü ve özel olan hususi inkişaf alanını daraltmaktadır.
Toplumumuzda makam ve mevkie aşırı derecede önem atfedilmesinin arkasında yatan en önemli sebeplerden birisi de yine kimlikçi siyasettir. Kişiliksizleşen birey belli bir kimlik ve o kimliğin aracı olan makamların arkasına saklanarak, varlığını kıymetlendirmeye ve gerektiğinde de yine onun üzerinden şahsiyetinin müdafaasını yapmaya yönelmektedir. Kişiliği olması gerektiği biçimde inkişaf edemediği ve insan topluluğu içinde kendisini diğer insanlardan farklılaştırıp, kıymet kazandıracak nispeti bir türlü yakalayamadığı için, kimlik vasıtasıyla öne çıkıp, değer kazanmanın peşine düşmektedir. Sosyal hayatta kendisini yeterince ifade edemeyen insan, bu ihtiyacını belli bir kimliğe sığınarak, daha doğrusu üzerine yapıştırdığı etiketle gidermeye çalışmaktadır. Kişiliği kıvamını bulmadan belli bir makama oturduğunda ise, o makamın gereğini hakkıyla yerine getirememekte ve kişilikle makam arasındaki uçurum psikolojik ve sosyal zeminde ciddi sıkıntılar doğurmaktadır. Hasbelkader mevki makam sahibi olmuş insanlar da zaman zaman şahit olduğumuz “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” hezeyanının altında bile gerçekte sahip olduğu kimlikle anlam kazanmaya çalışan bastırılmış şahsiyetin feryadı yatmaktadır.
Yukarıdaki kategoriye giren insanlar şahsiyetlerini koruma çemberine alabilmek için makam ve mevkileri kendilerine paravan yaparlar. Onlar için kimlik, kişiliklerinin koruma duvarıdır. Sağlıklı bir kişiliğe sahip olmayan insanın tek sermayesi, üzerine giydiği emanet ceketten hiçbir farkı olmayan kimliğidir. O kimlik üzerinden düştüğü anda bütün müktesebatını kaybetmiş demektir. Yegâne sermayesini kaybetmemek için de yapmayacağı şey yoktur. Toplumumuzda sık görülen insanların makamlarını yitirmekten korkmaları ve onu kaybetmemek için ellerinden gelen her türlü tavizi vermeye razı olmalarının altında yatan sebep de, yine kimlikçi siyaset tarafından dizginlenen ve örselenen şahsiyettir.
Asırlar önce Mevlâna “Herkes aynı fikirdeyse, hiç kimse yeterince düşünmüyor demektir” demişti. Ufuksuzluğumuzun, dar ve kısır bir fikir atmosferine sıkışıp kalmamızın da sebebi içine hapsolduğumuz kimliklerdir. Zira bu ülkede her kimlik bir takım kırmızıçizgilere sahiptir. Bu kırmızıçizgiler yerine göre bir kontrol mekanizması işlevi de görmekte ve kendince zararlı gördüğü fikir ve çözüm önerilerinin üzerine bir çarpı çekmektedir. Kimliğin komut verdiği kişilikler de, o fikre karşı ihtiyatlı davranmak ihtiyacını duymakta ve farklı alternatifleri konuşup, müzakere etmeyi dahi tehlikeli görmektedir. Bu kör ve fasit mantığın devrede olduğu uzun yıllar boyunca ülkemizin en hayati meseleleri hakkında farklı görüş ve düşünceler üretilememiş, üzerine sakıncalı damgası vurulan alternatif çözüm önerileri düşünülüp, tartışılmadan rafa kaldırılmıştır. Kimlikler biz de bir peşin hüküm mantığı yaratmış, toplumu görüş ve ufuk darlığına mahkûm etmiştir.
Kimliğin kişiliği bastırdığı, ona söz ve hayat hakkı tanımadığı bir vasatta ortaya çıkan malum netice budur. Kimlik kişiliği yönetmeye kalktığında bu durum kişinin hayatında ciddi istikrarsızlıklara sebebiyet vermektedir. İnsanımızda var olan şahsiyet zaaflarının bir kısım sebeplerini de yine burada aramak gerekir. Her hâlükârda kişiliğin kimliğin önünde olması gerekmektedir. Vicdanı hür ve salim, fikir ve ruh sağlığı yerinde bir toplumun mevcudiyeti açısından bugünkü yapının tersine dönmesi, kişiliğin resesif değil de, dominant olması gerekmektedir.
Yıllar önce merhum Cemil Meriç “İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleridir” demişti. Gerçekte ise kişiliğe gelişme fırsatı tanımayan, onu horlayan, şahsiyet öldürücü kimliklerin tamamı benliğimize musallat olmuş bir deli gömleğinden farksızdır.
03 Eyl 2024 0
03 Eyl 2024 0
03 Eyl 2024 0
01 Eyl 2024 0
Ülkenin çökmüş sendikacılığının içinden doğan ve kurtarıcı gözüyle bakılan sendikası Hürriyetçi Eğitim Sen ülkenin kanayan yaralarına merhem olmaya devam ederken […]
İnegöl’de çok daha riskli bölgeler öylece dururken, Devlet Hastanesi karşısındaki merkezi bölgedeki konutların bulunduğu alanın apar topar kentsel dönüşüm uygulama […]
15 Haziran 1928’de Atatürk ile görüşen Gerard Vissering’in uzun çalışmalar sonucunda hazırladığı rapor ve tüzük yüz yıla yakın bir zaman […]
İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu, inşaat çalışmaları tamamen duran Ali Osman Sönmez Çekirge Devlet Hastanesi sorununu Meclis gündemine taşıdı. […]
Ağustos’taki Vatan Hilmi Özden Ağustos ayı; şanlı tarihimize zaferler ayı olarak geçmiştir. Müslüman Türk Milleti 26 Ağustos 1071 yılında Malazgirt […]
TBMM Sağlık Komisyonu Üyesi CHP Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Mühip Kanko, Türkiye’de sağlık politikalarındaki geri adımları ve yanlış kararları […]
Sabit ve dar gelirli vatandaşlar için TOKİ aracılığı ile uygun ödeme koşullarıyla yapılacağı sözü verilen 100 bin konutluk projedeki binlerce […]
Niyet başka akıbet başka! Prof. Dr. Ata Atun Yunanları ve Rumları, aile yapıları, kültürleri, inanışları, eğitimleri, mizahları, kafa yapıları, […]
“Barış için genel af şart” Milliyetçi Sol Parti (MİLLİ SOL) Genel Başkanı gazeteci Hüseyin Alpay, Türkiye’deki cezaevlerinin toplam kapasitesinin 250 […]
“Enflasyonu düşürme bahanesiyle asgari ücretliye ve emekliye hakkını vermeyen AKP hükümeti, yap-işlet-devret modeliyle inşa edilen köprü ve otoyollara sürekli zam […]