Latest update 5 Mayıs 2024 - 15:15
30 Kas 2014 admin Köşe Yazarları 6
Türk’ün geleneksel terbiye anlayışında, insanın kendisine, hemcinsine ve Yaradan’ına karşı olan saygısı ve vazîfe bilinci öncelikli görevidir. Bu özellikler Türk insanını asırlar boyu birbirine bağlamış ve toplumun devamlılığını sağlamıştır. Askere giden oğul el öpüp, helâllik diler; gelin olan kız da yine aynı şekilde ana-babasının elini öperek yuvadan uçar. İster kız, ister erkek olsun bir evlat her yaş ve koşulda ebeveynine hürmetle mükelleftir.
Bu özelliklerin kökenini, Türk kültürünü etik yönden en güzel şekilde örneklendiren Dede Korkut Hikayeleri’nde görürüz. Diğer bir deyişle, Türk kültürünün ahlâk anlayışını yansıtan bu hikâye külliyatı bize bizi anlatan en güzel ve anlamlı kaynağı oluşturur. Hikâyelerdeki aile ve ahlâk kavramları saygıyı, bilge kişiden nasihat alınması ise bilgi ve tecrübeye verilen değeri yansıtan en canlı örneklerdir. Kültürümüzün merkezinde hep insan vardır. İnsana saygı, ona verilen değer ve bu değerler içinde büyüklerin yeri ve önemi çıkmaktadır hep karşımıza.
Hal böyle iken ve kültürümüz insana saygıyı temel alırken, ne oldu da eğitim sistemimiz insanı ikinci, üçüncü, beşinci sıralara attı? Zira, yıllardan beri uygulanan eğitim politikaları ve milli eğitim sistemimizin hali, önümüze içler acısı bir vehamet tablosu sermektedir.
Öncelikle millî ismi altında gayri millî bir eğitim sistemi oluşturulmuş ve yıllarca kendi kültürümüz, tarihimiz, insanımız horlanmıştır. Her gelen iktidar üç dört sene sonrasını dahi düşünmeden kendi doğrularını uygulamıştır. Örnekler öyle çok ki; Anadolu liselerinde yabancı dille eğitim ya da kredili eğitim sistemi hezimetleri gibi. Bütün bu değişiklikler olurken ihtiyaç duyulan öğretmen kadrosu yetiştirilememiş, içi doldurulamayan dersler ve yabancı dil ile eğitim yapılmasının tabii bir sonucu olarak, liseden mezun olduktan sonra üniversite sınavına giren çocuklar, Türkçe yapılan sınavlarda yeterli başarıyı yakalayamamıştır. Kredili sistemin bir gereği olarak ders seçen öğrenci ise, haliyle boş geçen dersleri okulun karşısındaki kafeteryada geçirmiştir. Yetersiz ve yanlış yabancı dil öğretim politikaları sonucu İngilizce öğrenmek her zaman dünyanın en zor işi olmuştur.
Her şehirde bir üniversite olsun derdine düşülmüş, öğretim görevlisi, barınma, teçhizat gibi eksiklerine rağmen yeni açılan üniversitelerden binlerce kişi mezun edilmiş, mezunların sayısı iş ihtiyacını aşınca bu sefer de bu gençlere; “ siz mezun oldunuz, ama şimdi de şu sınavları geçmeniz gerekiyor, ancak o zaman öğretmen ya da devlet memuru olabilirsiniz” gibi yeni engeller çıkarılmıştır. Bu sınavdan gerekli notu alamayanlar da yıllarca bir köşede işşiz güçsüz beklemişlerdir. Üniversiteden mezun olup da, simit satan gençlerimizin sayısında artış olmuştur. Okul sayısını arttırmak hedef haline gelmiş, eğitimin kantitesiyle uğraşılırken, kalitesi ihmal edilmiş ve bilgiden yoksun eğitimciler ortaya çıkmıştır.
Bir devletin yol, köprü, baraj inşa etmesi takdire sezâdır. Lâkin gerçek yatırım insana yapılır. İnsanına yatırım yapmayan devlet politikaları kaçınılmaz olan sona doğru sürüklenmeye mahkûmdur.
Milli eğitim adına plân, proje üretenler bunca yıldır ne yapmıştır? Batı’dan aldıkları sistemleri tercüme bir mantıkla şartlar, koşullar kâle bile alınmaksızın aynen uygulamaya koymuşlardır. Oysa kendimize ait bir eğitim felsefemizin olması gerekmez miydi? Maalesef buna yönelik bir çaba sarfedilmemiştir.
Batı’dan alınan ve kopyalanan her şeyin kendi binlerce yıllık özümüzü reddedercesine benimsenmesinin vebâli büyüktür! Küçücük bir çocuk iken, 10-11 yaşlarında bana öğretilen bir bilgi hiç aklımdan çıkmadı. İlk hümanistler olarak İlahi Komedya’nın yazarı İtalyan Dante ve müteakiben Petrarca ve Boccacio denen İtalyan yazarların adları öğretildi. Oysa Dante bizim Koca Yunus’tan, hani Anadolumuzda Türk şiirinin öncüsü olan âşık Yunus’tan, filozof Yunus’tan, insan Yunus’tan tam yirmi beş sene sonra doğmuştur… Yunus Emre ve Dante’den yaklaşık bir asır önce yaşamış olan Hoca Ahmet Yesevi de Eski Türk inanışlarından, adetlerinden bir kısmını İslâm kültürüyle buluşturarak, Türk topluluklarına dinin özünü yani felsefi yönünü tanıtmıştır. En önemli eseri Divân-ı Hikmet olan Yesevi, Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilmesine rağmen eserlerini Türkçe kaleme almıştır. Bu çok önemlidir! Merhum Yahya Kemal Beyatlı’nın Ahmet Yesevi hakkındaki yorumu dikkate şâyândır:
“Şu Ahmet Yesevi kim? Bir araştırın göreceksiniz. Bizim milliyetimizi asıl O’nda bulacaksınız.”
Ne yazık ki, sıralarından geçtiğimiz milli eğitimin okulları, bize İngilizce programlar tatbik ettiler ama asırlar öncesinde eserlerini Türkçe kaleme almış olan Hoca Ahmet Yesevi’den hakkıyla bahsetmediler.
Bunlar yapılırken hiç aklınızdan geçti mi? Emanetullah olarak gördüğümüz evlatlarımız göz bebeğimizdir!
Bir İngiliz’e Shakespeare’i “Yok sayın!” deseniz size savaş açar; yine aynı şekilde bir Fransız’a Jean Jacques Rousseau’yu “Unutun!” deseniz yüzünüze tükürür. Aynı şeyi bir Türk’e söyleseniz, mesela Fuzûlî’yi “Yok sayın!” deseniz, onu zaten tanımadığı için duyar, geçer. Anlamlı bir tepki vermez. Çok da fark etmez zaten onun için. Hatta daha da ileri giderek, kendi kültürünün yapı taşlarını oluşturan yüce şahsiyetlere dil uzatır ve kara çalar… Elin ecnebisi ise alır ve üniversitelerinde ders yapar bu değerler üzerine. Günümüz oryantalistlerinin cüretkârlığı bizim kendimize sahip çıkamayışımızın vahim bir sonucudur. Hoş, Fuzûlî devrine kadar gitmeye gerek de yok, bizler Yahya Kemal’i bile anlamaktan mahrum kalmış bir nesiliz. Heyhat…
Sînemizde açılan yara büyük! Kendi özümüze dönmemiz, kimliğimize, şahsiyetimize sahip çıkmamız gerek. Hem de acîlen! Tanımamız gereken büyüklerimiz ve onların bizler tarafından okunması gereken nadîde eserleri var. Edebiyat derslerinde geçmişimiz, şiirimiz, nesrimiz yokmuş gibi davranan ve sadece günümüze ait eserleri ön plana çıkaran öğretmenlerin vebâli büyüktür. Yine târih derslerinde kendi fikir ve görüşlerini aksettiren ve geçmişe kara çalmayı mârifet sayan eğitimciler de büyük vebâl altındadır. Zirâ kılıçla fetihler yapan, üç kıtaya hükmeden ecdâd, yeri geldiğinde en güzel san’at eserlerini yapmasını da bilmiştir.
İki tane atom bombası yedikten sonra ayağa kalkan Japonya, kopyalayarak değil, kendi özüne bağlı kalarak ve tecrübelerini yeni nesillere aktararak, bugünkü imrenilir seviyesine ulaşmıştır. Günümüzün Japon eğitim felsefesinde çocuğun karakter ve kişilik gelişimi en önemli meseledir. Bu bağlamda ilköğretim çağındaki çocuklara sınav yapılmaz. İlk öğretim yılları karakter gelişimine ayrılır. Yani çocuklara kendi şahsiyetlerini bulmaları için fırsat verilir. Japon eğitim felsefesi bunu gerektirir.
Çocuklarımızı önce kendi kendilerine, daha sonra da insanlara ve topluma saygılı bireyler olarak yetiştirmeliyiz. Kendi özünü, kimliğini, varlığını, nereden geldiğini bilen bireyler hafif bir rüzgarda uçuşan yapraklar gibi dağılıp, savrulmazlar. Birbirine yakın, sık ve gür ormanlar gibi olurlar. Çünkü “kökleri mâzide olan âti” olduklarının şuurundadırlar. Tıpkı merhum Yahya Kemal’in zikrettiği gibi…
İnsan yetiştirmek için kafalarına ve gönüllerine insan eli değmemiş eğitimcilere ve kopyalanmış sistemlere değil, öz be öz kendi kimliğimiz ve varlığımız etrafında ne olduğumuzu gelecek nesillere öğretecek eğitimcilere ihtiyacımız var.
Yalnızca Anadolu’daki köklerimiz bin yılı bulmakta iken, Türk’ün iliklerine kadar işlemiş geleneksel terbiye anlayışını yok sayarak, Türk-İslâm Medeniyetine göre daha dünkü çocuk seviyesindeki Batı’yı kopyalamanın vebâli çok büyüktür.
Bir milletin dil, din, târih ve kültür varlığı onun can damarıdır. Ve can damarını oluşturan öğelerden bir tekinin dahi arızalanması durumunda bundan hepsi etkilenir ve organizma işlemez hale gelir.
Memleket dâvâsına gönül vermiş her kişinin, er kişi gibi davranarak bunları düşünmesi ve bu yolda i’mâl-i fikr etmesi boynunun borcudur vesselam!
05 May 2024 0
05 May 2024 0
05 May 2024 0
05 May 2024 0
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlenen ‘Avrupa Beledı̇ye Başkanları Zı̇rvesı̇’nde konuştu. İstanbul’un yakın geçmişte yaşadığı yerel seçim deneyimini […]
Efes Selçuk Belediyesi Efes Tarlası Yaşam Köyü’nde atalık tohumlardan ürettiği fideleri ve kompost gübreyi halk ile paylaştı. Efes Selçuk Belediyesi, […]
Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Milletvekili ve Parti Meclisi Üyesi Orhan Sarıbal, beyaz et ihracatının yasaklanmasına yönelik basın açıklaması düzenledi. Sarıbal, […]
Alpay’dan AİHM kararlarına rağmen hapiste tutulanlar başta olmak üzere af çağrısı yaptı Milliyetçi Sol Parti Genel Başkanı Hüseyin Alpay, “genel […]
Gergerlioğlu, “Dilovası Belediyesi’nde yolsuzluk mu oldu?” DEM PARTİ Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Dilovası Belediyesi önüne giderek yapılan yolsuzluk iddiaları […]
İşçi Bayramı kutlamalarının ardından Bergama Belediyesi’nde 15 çalışanın işten çıkarılması, belediye içinde ve kamuoyunda tartışma yarattı. Belediye Başkanı Prof. Dr. […]
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Fransa’nın başkentinde önce Paris Büyükelçimiz Yunus Demirer’i, ardından da Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo’yu ziyaret etti. […]
İBB bağlı kuruluşu İETT filosunu yenilemeye devam ediyor. Filoya kazandırılın 150 otobüsten 13’ü daha seferlerine başladı. Yeni nesil güvenlik teknolojileri […]
LAİK VE BİLİMSEL EĞİTİME SAHİP ÇIKMAK İÇİN HEP BİRLİKTE HAREKETE GEÇELİM! Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Yusuf Tekin’in Türkiye […]
DEM PARTİ Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, 1 Mayıs işçi bayramında grevdeki Mersen işçilerini ziyaret etti. Konuyla ilgili bakanlığa soru […]
Bizler okumuş egitimli dogruyu yanlisi ayirt edebilen şansli bireyleriz. Evet kültürümüzü tam olarak benimseyememiş olabiliriz. Yahya Kemal’i tanimiyor anlamiyormuyux evet bu bizim ayibimiz ama bunlardan bence çok daha muhim bir tehlike var…
Bizler duyarsiz, ruhsuz bireyler olmaya başladik. Başkalari umrumuzda değil, yerlerde futbol topuna tekme atar gibi tekmeleniyor canlar, bizim canimiz acimiyor. Insanlar sogukta kalip donarak ölüyor, vicdanimiz sessiz. Birileri sefahat icerisinde yaşiyor, yakip, yikip, yağmaliyor, bize dokunmaz ise ucu görmüyor, duymuyor, bilmiyoruz…
Egitim oncelikle aileden başlar, nice okullar bitirmisler hirsizligin en ileri noktasini yapabiliyorlar, yalan soylemenin yanliş olduğu çok büyük günah olduğu cok küçük yaşlarimizda ögretiliyor, haydi diyelim ailede ögrenemedik okulda ögretiyorlar. Eğitim almis, belki tarihini cok iyi bilmeyen, kulturune uzak kalmis bireyler olabiliriz, ama çalmanin, yalan söylemenin, kul hakki yemenin cok kötü eylemler olduğu ögretiliyor…
Benim su kisitli aklimla vardigim sonuç şu, Necip Fazil’i, Yahya Kemal’i ve nice değerli yazarimizi, fikir insanimizi sular seller gibi bilip ögrenmis olsak bile eğer bir yerde tum bunlari bilenler can yakiliyor, goz gore gore hirsizlik yapiyor, insanlarin yerlerde tekmelenmesine sebep oluyor ise, bunun pek bir hukmu yok…
Necip Fazil’i, Yahya Kemal’i de bilelim ama bugun yasananlari da gormezden gelmeyelim, kim yaparsa yapsin zulme sessiz kalan zulme ortak olur ve hesap gunu gelip cattiginda hepimizden sorulur bunun hesabi…
Gözleri var görmez, kulaklari var duymaz, gonulleri var hissetmez amma ve lakin Yahya Kemal’i bilse bu er kisi ne fayda calip cirpmanin yanlis oldugunu ogrenmemislerin aldigi eģitimden ne fayda…
Muhabbetle kalin…
Eyvallah Fatih Bey. Günümüz gözü ile sadece günümüzde yaşananlara bakınca satırlarınızda haklı olduğunuz yerler var. Oysa benim anlatmak istediğim o değildi;
Yahya Kemal’i bilmek demek adını bilmekten ibaret değildir, isimleri bir papağan da tekrar eder, arada fark olmalı. Ezberci sistemi nasıl tasvib edebilirim bir eğitimci olarak? Yahya Kemal’i bilmek derken;
Emri bülentsin ey Ezan-ı Muhammedi
Kafi değil sadana cihan-ı Muhammedi
Sultan Selimi evvel’i rametmeyip ecel
Fethetmeliydi alemi şan-ı Muhammedi
satırlarını bütün ruhunda ve benliğinde duymayı kasteddim. İnsan bunu duyup hissediyorsa, okuduğunu anlamış demektir. Yani okunanlar anlamaktan geçer ancak ondan sonra değerleri olur, anlamadıktan sonra ancak papağan misali tekrar edilir, sınav için adı sadece öğrenilir ve biter.
Yazımı dikkatlice okursanız, yıllardır kasıtlı bir şekilde milli kültür ve tarihimiz temeline konan dinamitlerden bahsediyorum, bu dinamitler yüzünden sizin bahsettiğiniz medyanın etkisi, insanların vurdumduymazlığı, insanlıklarını unutuşu olagelmiştir…
Biz böyle değildik Fatih Bey, bizim milli ve manevi değerlerimiz vardı. İşte eğitim sistemi bunun bozulmasında en büyük rolü üstlenmiştir. Zikrettiğiniz medyanın etkisi vesaire sonuçlar son 20 yılda belki olanlardır ama çok daha derinine gidip sebepleri bilinmeli. Aynen bir doktorun hastalığı tedavi ederken önce teşhiş koyması zarureti gibi… vesselam…
Günümüz için ve ‘’Geleceğin’’ doğru şekillenmesi adına dikkate alınması gereken bir yazı…Müslüman-Türk’ün kendisini hatırlaması adına muhteşem bir yazı olmuş.Ayşe SAMİHA Hanım’ın eline,kalemine sağlık;ömrüne bereket olsun.Tâaa uzaklardan alev alev Vatan hasreti ile ne doğru tespitlerde bulunmuş.
Eyvallah Rezzan Ablamız. Hayra vesile olsun niyeti ile kaleme alınmıştır… vesselam…
Kredili sistemin ilk mağduru ( 1191 – 1992 )öğretim yılının Tüpraş 50.yıl lisesinde yaşayanlardan birisi olarak bu işin peşini bırakmayı düşünmüyor,gelecekte bu hataların sürekli tekrarı yapılacağı kanaatindeyim.Dünya milletlerinin yaptıkları karşısında ders ve ibret almamak,hala alamamış olmak büyük bir kayıp..İlk fırsatta bu sorunu çözmek için elimizden geleni var gücüyle bütün imkanlar dahilinde yapacağımızın sözünü buradan vermiş olalım.Değindiğiniz konu için ayrıca teşekkür ediyor,saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
Eyvallah Yusuf Bey. Yazılacak sorunlar ciltlerle kitap olur ama mühim olan uygulamada yapılanlar, karar mekanizmasındaki insanların duruşu… Ben de yabancı dil ile eğitim madurlarındanım. Kime sorsanız bin ah işitebilirsiniz yazık ki… Bir milli eğitim mensubu okusun hayırlara vesile olsun inşallah diyorum… Dua niteliğinde, vesselam…