Latest update 18 Eylül 2024 - 10:15
06 Ara 2023 Konuk Yazar Konuk Yazar, Köşe Yazarları 0
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, 1821 yılında Moskova’da dünyaya gelen ve Saint Petersburg’da 1881’de gözlerini son kez kapayan zaman ve mekân ötesi evrensel bir yazar…
Gerçi günümüzde daha ziyade,
Hâkî renkte bol ceket ve kızıl sakallı fotoğrafının üzerine birkaç fiyakalı cümlenin yapıştırıldığı internet içeriklerinin kartvizit karakteri olarak biliniyor.
Dostoyevski ile ilgili olarak yukarıdaki son cümleyi kurunca eski bir şehir efsanesi aklıma geliverdi birden…
Rivayet olunur ki,
Bir panelde Duygu Asena, Nazım Hikmet için “kartpostal şairi” ifadesini kullanmış,
Ve,
Bunun üzerine dinleyiciler arasında olan Can Yücel de hışımla ayağa kalkar ve söz alarak:
“Hanım, hanım…
Kart sensin, postal da sana girsin” demiş(miş)…
Böyle bir olay gerçekte hiç yaşanmamasına rağmen,
Belki hikâyeye atfedilen Can Yücel karakterlerin bu mizansene uygun olmasından,
Belki de içerisinde barındırdığı hazır cevaplılığa ek olarak,
Subliminal olarak Nazım Usta’yı yüceltiyor olmasından mıdır bilinmez,
Ancak bir şekilde toplumsal hafızada bir şekilde yer etmiştir.
Defaatle düzeltildiği ve tekzip edildiği halde kolektif bilinçte kendine münhasır bir yer edinmesi ilginç, lakin hiç de nadir olmayan bir durumdur.
Bu yazıda,
Yukarıda bahsettiğim toplumsal bilinç yanılsamasını açıklayan Mandela Etkisi ile başlayıp,
Şair Ece Ayhan‘da durak yaparak,
Dostoyevski ‘nin zulüm üzerine yaptığı tespite uzanan ilginç anektotlar silsilesini bulacaksınız.
Mandela Etkisi, insanların büyük çoğunluğunun bir konu üzerinde aynı “gerçek olmayan/hatalı bilgiye sahip olması” durumuna verilen isimdir.
Mandela Etkisi tanımı,
Aslında 2013 yılında ölen Nelson Mandela ’nın, birçok kişi tarafından 80′ li yıllarda hapiste iken öldüğünün sanılıyor olmasına ithafen yapılmıştır.
Yukarıdaki Mandela Etkisi örneğinde:
Bu esnada,
Ece Ayhan resimde gördüğünüz gür bıyıklı beyefendidir.…
Dostoyevski ilk kitabı olan “İnsancıklar” ’ı 1846 yılında kaleme alır;
Ancak,
Bu ve devamındaki eserlerinde beklediği başarıyı yakalayamayınca siyasete yönlenir.
Birgün bir toplantıda yüksek sesle okuduğu şiir nedeniyle Çar, Dostoyevski’ nin Sibirya’da hapse atılması talimatını verir.
Gerekçe: Devlet aleyhinde bir komploya karışmak!!!
Yaklaşık on ay hapishanede kalan Dostoyevski, kurşuna dizilmek suretiyle infaz edilecektir ki,
Diğer sekiz arkadaşı ile birlikte affedilirler,
Ve,
Cezası dört yıl kürek ile ardından dört yıl adi hapis cezasına çevrilir.
Dostoyevski, hapis cezasını bitirdikten sonra 1862 yılında “Ölüler Evinden Anılar” isimli eserini tamamlar.
Rusya’da toprak sahibi bir ailenin oğlu olan Aleksandr Petroviç Goryançikov’un kıskançlık nedeniyle karısını öldürmesi,
Akabinde de Sibirya’da on yıl kürek cezasına çarptırılmasının anlatıldığı kitap,
Esas olarak Dostoyevski ’nin kendi sürgün günlerini anlattığı bir roman niteliğindedir.
Yazar, Ölüler Evinden Anılar adlı eserinde aşağıdaki itirafta bulunur:
Hapishane hayatından önce insanları tanıdığımı sanırdım, ama yanılmışım…
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Hapishanede bir köpek vardır.
Ve,
Bu köpeğin yanından geçen her mahkûm, hayvancağıza okkalı bir tekme atmaktadır.
Ancak asıl ilginç olan nokta,
Köpeğin bir mahkûm gördüğünde kaçmak yerine, eğilerek tekmeleme pozisyonunu almasıdır.
Ne bu işkenceden kurtulma isteği sergilemekte,
Ne de kendini korumak için herhangi bir refleks göstermektedir.
Bir gün…
Dostoyevski içerideki herkesten şiddet gören bu köpeğin yanına yaklaşır,
Ve,
Şefkatle başını okşar.
Peki sizce ne olur???
Köpek Dostoyevski ’ye şaşkınca bakar,
Ve,
Hemen ardından acı acı havlayarak uzaklaşır…
O günden sonra köpek Dostoyevski ’yi her gördüğünde,
Sanki canını o yakmışçasına,
Sanki hayvancağıza o zarar vermişçesine ani bir refleksle kaçarak uzaklaşır.
Ruhu köleleştirilmiş bu köpek sevgiyi yadırgar, hatta reddeder hale gelmiştir!!!
Çünkü,
Kötü muamele görmeye o kadar çok alışmıştır ki…
Peki benzer bir durum insanlar için de geçerli değil midir?
Ömürleri boyunca hep haksızlığa ve kötü muamelelere maruz kalmış kişiler iyi – ulvi bir davranışla karşılaştıklarında,
Nasıl davranacaklarını ve bu duruma nasıl reaksiyon vermeleri gerektiğini bilemezler.
Bazen kötü davranılan insanlar kendi cellatlarına tapar,
Bazen de iyi davrananlardan nefret ederler.
Bu insanlar için kötü muamele ve aşağılanma bir beklenti haline dönüşmüştür.
Eşit, adil veya iyi davranıldığında ise onların gözündeki değer birdenbire düşer,
Çünkü,
O duygunun geçmiş deneyimi olmamasından ötürü, kişide bir karşılığı yoktur.
Karşılıksız bir şey belirsizlik demektir;
Beynimiz de ruhumuz da belirsizlikten nefret eder…
Ve,
Temel insan refleksi bu gibi durumlarla karşılaşıldığında reddetmeyi yeğler.
“Kör”…
Yani Farsçada “görmeyen” anlamındaki “kūr”…
Diğer kelime ise bulmacalarda çokça çıkan “nān”.
O da “ekmek”in Farsçası. Özetle,
“Nankör” aslında “ekmek görmeyen”, “nimet nedir bilmeyen” anlamına geliyor.
Dostoyevski yaşadığı bu durumu Ölüler Evinden Alıntılar’da şöyle özetler:
Zulüm bir alışkanlıktır;
İnsanda bu alışkanlığın kökleşmesi, sonunda hastalığa dönüşmesi mümkündür.
Sarsılmaz inancıma göre, en iyi insan bile alışkanlıkla, sanki bir hayvanmış gibi kabalaşıp o derece aptallaşabilir.
Kanla, kudretle mest olur;
Hoyratlığı, ahlaksızlığı, içindeki kötülüğü büsbütün geliştirir;
Aklı, duyguları kesinlikle doğal olmayan hareketleri yadırgamaz,
Ve,
Sonunda bundan zevk almaya başlar.
Bir zalimde hem insanlık hem de vatandaşlık tamamıyla yok olmuştur;
Yeniden onurlu bir insan olması, pişmanlık duyup eski hayatına dönmek imkansızdır artık.
İşin asıl kötü yanı, böyle bir başına buyrukluk kolayca topluluğa sirayet edebilir;
Kudret, son derece ayartıcı bir şeydir.
Toplum da böyle bir etkiye kayıtsız kalırsa, bu alışkanlığın toplulukta kökleşmesi işten bile değildir.
Kısacası,
Bir insana kendi benzerine fiziksel ceza verme hakkının tanınması topluluğun yaralarından biridir;
Bu yara bir yandan o topluluktaki özü ve vatandaşlık duygusunu kemirirken, öte yandan önüne geçilmez bir düzensizliğe yol açar.
Hayatı zaten gri ve tonlarında resmeden Dostoyevski,
Belki de yaşanan travmatik sürecin şahitlerinden biri olduğu için bu durumu tasvir ederken fazlaca köşeli cümleler kullanmış olabilir.
Ancak…
Bu deneyimden yaklaşık yüz yıl sonra Philip Zimbardo Stanford Hapishane Deneyi ile,
Zulmün alışkanlık yapacağını,
Kontrolsüz gücün sadizmi teşvik edeceğini,
Sonuç olarak,
Müdahale edilmediği takdirde topluma yayılacağını bilimsel olarak da ispatlamadı mı?
Aslında sorunun kaynağı da çözümü de insanın kendisinde…
Âdemoğlu kendisini sevmedikçe, nasıl olur da çevresine karşı sevgi dolu olmasını bekleyebiliriz.
Bazı durumlarda ise aslında kök sebep aynı olmakla birlikte, tezahürü tamamen farklı olabiliyor.
Örneğin,
Kendinden sakındığın sevgiyi başkalarına hoyratça sunabiliyorsan,
Kendine fazla gördüğün saygıyı başkalarına adayabiliyorsan,
Şu hayatta en çok da kendinden çalmış,
Ve,
Kendi varlığına borçlu kalmışsın demektir…
AK Parti İzmit İlçe Başkanı Halil Güngör Dokuzlar, Milli İrade Meydanını eleştiren İYİ Parti İzmit İlçe Başkanı Halim Tamyüksel’e cevap […]
Ülkenin çökmüş sendikacılığının içinden doğan ve kurtarıcı gözüyle bakılan sendikası Hürriyetçi Eğitim Sen ülkenin kanayan yaralarına merhem olmaya devam ederken […]
İnegöl’de çok daha riskli bölgeler öylece dururken, Devlet Hastanesi karşısındaki merkezi bölgedeki konutların bulunduğu alanın apar topar kentsel dönüşüm uygulama […]
15 Haziran 1928’de Atatürk ile görüşen Gerard Vissering’in uzun çalışmalar sonucunda hazırladığı rapor ve tüzük yüz yıla yakın bir zaman […]
İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu, inşaat çalışmaları tamamen duran Ali Osman Sönmez Çekirge Devlet Hastanesi sorununu Meclis gündemine taşıdı. […]
Ağustos’taki Vatan Hilmi Özden Ağustos ayı; şanlı tarihimize zaferler ayı olarak geçmiştir. Müslüman Türk Milleti 26 Ağustos 1071 yılında Malazgirt […]
TBMM Sağlık Komisyonu Üyesi CHP Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Mühip Kanko, Türkiye’de sağlık politikalarındaki geri adımları ve yanlış kararları […]
Sabit ve dar gelirli vatandaşlar için TOKİ aracılığı ile uygun ödeme koşullarıyla yapılacağı sözü verilen 100 bin konutluk projedeki binlerce […]
Niyet başka akıbet başka! Prof. Dr. Ata Atun Yunanları ve Rumları, aile yapıları, kültürleri, inanışları, eğitimleri, mizahları, kafa yapıları, […]
“Barış için genel af şart” Milliyetçi Sol Parti (MİLLİ SOL) Genel Başkanı gazeteci Hüseyin Alpay, Türkiye’deki cezaevlerinin toplam kapasitesinin 250 […]