Latest update 2 Mayıs 2024 - 17:33
16 Kas 2014 admin Köşe Yazarları 4
1917 senesinin sonları… Osmanlı Devleti veliaht şehzade Vahdettin Efendi’nin riyasetinde Almanya’ya resmi bir heyet gönderiyor. Birinci Dünya Savaşı’nın hız kesmeden devam ettiği günlerde müttefik bir ülkeye yapılan bu resmi ziyaret Türkiye’yi Sultan Abdülhamid döneminde kerrat ile ziyaret eden Kayser Wilhelm’e de bir iade-i ziyaret anlamı taşıyor. Heyetin içinde padişah yaveri sıfatıyla Mustafa Kemal’de var. Türk heyeti bu ziyaret günlerinde Kayser ile de birkaç sefer bir araya gelip, görüşüyor. Bu görüşmelerden birinde cürmü küçük, fakat mesajı büyük şöyle bir hadise vuku buluyor: İmparator Osmanlı heyeti ile yaptığı bir görüşme sonrasında heyetin yanından ayrılırken, herkesin elini sıkmasına rağmen, Mustafa Kemal’in elini sıkmıyor, daha doğrusu sıkmayı unutuyor. Biraz sonra durumu fark eden Kayser, bir iki adım attıktan sonra geri dönüp, Mustafa Kemal’in yanına geliyor ve “Af edersiniz, sizin elinizi sıkmamıştım” deyip, samimi bir tavırla bu genç Osmanlı paşasının da elini sıkıyor. İkili ilişkiler ve beşeri münasebetlerin doğası açısından son derece yerinde ve zarif bir davranış olan Kayser’in bu tavrı, acaba bu genç Osmanlı paşasının gözünde nasıl bir anlam ifade etmektedir? Mustafa Kemal Kayser’in centilmenliğini umulandan farklı değerlendirir: “Bu zât davasında muvaffak olamaz; hata yapıyor ve yaptığı hatayı itiraf ederek, özür diliyor. Hâlbuki hatasını vurgulamadan da, açığını kapatabilirdi.”
Özür dilemek, insani bir erdem olsa da, bazı durumlarda, özür dileyen kişinin konumundan dolayı umulanın aksine neticeler de doğurabilir. Özellikle de özür dileyen kişi bir kurumu, bir tüzel kişiliği temsil makamında ise neticesi her zaman müspet olmayabilir. O itibarla özür, üzerine oturduğu zemine göre mesajı ve mahiyeti değişebilen rölatif içerikli bir kavramdır. Hele hele devlet hayatında özür dilemek, alkışlanacak bir meziyet değil, tam aksine uzak durulması gereken bir zafiyettir.
Devletliler devletin kendisi olmasalar bile, devleti temsil mevkiindedirler. Soyut bir kavram olan devlet, vatandaşın gözünde devlet adamının şahsında tecessüm eder. Bu sebeple devlet adamının yapacak olduğu yanlışın, devlete fatura edilmese bile, halkın gözündeki devlet imajını aşındıracağı aşikârdır.
Bütün bu gerçeklere rağmen geçtiğimiz yıl gezi parkı olayları sürerken, başbakanı köşeye sıkıştırıp, ağzından bir özür koparmaya çalışan kitle niçin böyle bir talepte bulunmuştur? Bazı sivil toplum örgütleri neden bu talebin sözcülüğünü yapmıştır? Hadi onlar bunun sözcülüğüne soyunmuştur da, yıllardan beri milletin kapısında devleti temsil yetkisi alabilmek için sandıktan çıkacak iktidar vizesini bekleyen bazı muhalif siyasiler, siyasetçinin şahsından ziyade devletin haysiyetine dokunacağı kesin olan böyle bir talebin önünde niçin şapka çıkartmışlardır?
Bu durumun geçerli olan tek bir izahı vardır. Er meydanında sırtı yerden kalkmayan biçareler, bulanık suda balık avlamayı çare olarak görmektedirler. Siyasetin doğal şartları içinde iktidara yürüyemeyenler, oyunun kuralını ters yüz eden olağanüstü şartlardan medet ummaktadırlar. Yani denize düşen yılana sarılmaktadır.
Sivil ve askeri bürokrasinin güçlü olduğu dönemlerde olağanüstü şartlardan istifade ederek, demokrasiyi rafa kaldırmak ve millet iradesine ters düşen tasarrufları geçerli kılmak mümkündü. 28 Şubat’ta olduğu gibi hükümetleri ve demokrasiyi bloke edip, çalışamaz hale getirerek, devirmek kolaydı. Ama bugün devir ve şartlar değişmiştir. İktidarları bu tür eylemlerle zora sokup, hükümetlere karambolden gol atmanın mevsimi geçmiştir artık. Bir takım çevreler tarafından dillendirilen ve sadece sloganik bir söylemden ibaret olan “Her şey sandık değil!” hezeyanı da yine bu kalabalığa çaresizliğin söylettiği bir sözdür. Evet, demokrasilerde her şey sandık değildir, ama son sözü daima sandık söyler. Anlaşmazlıklara nokta koyan, uzlaşmazlıkları bir karara bağlayan ve bazı ahvalde tıkanan siyasetin önünü açan daima sandık olmuştur.
Demokrasilerde herkes eleştiri hudutlarının dâhilindedir. Hiçbir siyasi de bu hükmün istisnası değildir. Lakin eleştirinin hedef ve dozajının da çok iyi ayarlanması gerekir. Her ne pahasına olursa olsun şahıs, zümre veya parti menfaatlerini realize etmek uğruna devleti zayıflatacak bir tasarrufa yeşil ışık yakmak, onaylanması mümkün olan bir tutum değildir. Devleti temsil yetkisine talip olan şahıslar, siyasi menfaatleri gerektiriyor diye, devleti küçük düşürecek bir talebin savunuculuğunu yapamazlar.
Bugüne kadar Atatürk’ü kendisine bayrak yaparak iktidara yüklenen zihniyet, öncelikle onu, kendi siyasi çıkarlarının ve mahut sloganların dar çerçevesinden değil de, üstün bir görüş ve sezişle Kayser’i bile kuyumcu terazisinde tartan devlet adamı kıratıyla tanımalıdır. “Atam! İzindeyiz” diyenler, ilkelerinin takipçisi olduğunu söyleyenler, öncelikle Mustafa Kemal’i çok iyi etüt etmelidirler. Kesilecek birkaç ağaç ve çehresine makyaj vurulacak bir meydan için kendisine hoyratça saldıracak ilkesiz bir kalabalığa karşı acaba Mustafa Kemal beyaz bayrak açar mıydı? Özür dilemek suretiyle hem kendisini hem de başında bulunduğu devleti itibar erozyonuna uğratır mıydı?
Beşeri münasebetler noktasından ele alındığında özür dilemek gayet normal ve geçerli bir nezaket kuralıdır. Yerine göre de sahibini yüceltir. Fakat devlet hayatında özür dilemek, karanlık bir labirentin içine girmek gibidir.
Mevzuyu mütefekkir Samiha Ayverdi’nin güzel bir sözü ile bitirelim: “Her hadise içerisinde hissesi gizli olan bir kıssadır; ama nerede o göz ki, bu dolaşık ve sırlı yazıyı söküp, heceleyebilsin.” Bu bahisten çıkarılacak hisse ise hiç de dolaşık ve sırlı değildir. Eğer sabık başbakan hadiselerin ağırlığı altında ezilerek, özür dilemeye kalksaydı, sadece kendi siyasi kariyer ve prestijini zayıflatmış olmakla kalmaz, ondan daha kötüsü devlet kavramını da zaafa uğratmış olurdu.
Kişisel hayatta özür dilemek, güzel bir meziyet olsa da, devlet hayatında bir teslim oluştur. Adeta devleti aciz göstermektir. Milletin gözündeki kudret imajının çöküşüdür. Olayların geliştiği günlerin başbakanı, günümüzün cumhurbaşkanı olan Sayın Erdoğan siyaseten doğru tavrı ortaya koyduğu gibi aynı zamanda devletin de hayrına olanı yapmıştır.
02 May 2024 0
02 May 2024 0
02 May 2024 0
02 May 2024 0
DEM PARTİ Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, 1 Mayıs işçi bayramında grevdeki Mersen işçilerini ziyaret etti. Konuyla ilgili bakanlığa soru […]
İstanbul’da binlerce konut inşa eden İMC Turizm İnşaat, Edremit Körfezi’nde ilk projesini Burhaniye Ören Ayaklı mevkisinde ‘Şefika Hanım Evleri’ projesini […]
Rekabet Kurulunun 26.07.2023 tarihli ve 23-34/644-M sayılı kararıyla Adana, Antalya ve Gaziantep illerinde faaliyet gösteren oto galerilerin 4054 sayılı Rekabetin […]
Mot Grup Bilişim Limited Şirketi’nin yeniden satıcılarının satış fiyatlarını tespit etmek ve internet satışlarını kısıtlamak suretiyle 4054 sayılı Rekabetin Korunması […]
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Eyüpsultan Belediye Başkanı Mithat Bülent Özmen’e tebrik ziyaretinde bulundu. “Belediyelerimizde, değişim sürecinde dikkat etmemiz gereken çok […]
BAŞKAN SANİYE BORA FIÇI, 1 MAYIS’TA BELEDİYE ÇALIŞANLARIYLA BULUŞTU Foça Belediye Başkanı Saniye Bora Fıçı, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma […]
Yaşasın Onurun ve Emeğin Mücadelesi! “İşçi ve Emekçinin onurlu mücadele günü olan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Gününü yürekten kutluyorum”diyen […]
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’nda görev yapan Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu, sağlıklı beslenmeye yönelik yemek […]
İktidardaki AK Parti ise 2. çıktı. Üstelik TBMM’de çoğunluğu da yok. MHP bastonuyla yürüyor. Türkiye bu iktidarla artık huzuru göremez […]
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Bakırköy Belediye Başkanı Doç. Dr. Ayşegül Ovalıoğlu’na tebrik ziyaretinde bulundu. İlk 5 yıllık dönemlerinde, Bakırköy özelinde […]
Değerli Haldun Bey dostumuzun bu önemli yazısını “beğen”meyi çok isterdim; ancak sözü getirip “sabık Başbakan”a bağlamış, hatta onu övmüş!
Bu güzel yazıdan, ne yazık ki, yanlış bile yapsa devlet asla özür dilemez!, şeklinde bir fikir de çıkıyor ki, buna katılmak pek mümkün değil. Kaldı ki, “Gezi” olayı, bir “özür” meselesi olarak görülmemeli; İngiliz-Amerikan müdahalesidir; “yerli” uygulayıcıları, malum Koç, A. Doğan, Cim Boyner’ler… “Sabık Cumhurbaşkanı”ndan dolayı orda Devlet, bir süre aciz gösterilmiştir.
Sözde Atatürkçülere, ATATÜRK ile ilgili ders vermeye devam ediyor sağolsun Haldun Bey… Keşke anlayabilseler…
Bu arada, “cürmü” değil, anlam da değiştiği için, yaygın yanlışı düzeltiyoruz: “CİRMİ kadar yer yakar”. (Bknz.: İlhan Ayverdi: Misalli Büyük Türkçe Sözlük) Lütfen, “sloganik” yerine slogancı desek… Malum, “felsefi” yerine, “felsefik” demeye başlayanlar bile var!
Merhaba Murat Bey!
“Değerli Haldun Bey dostumuzun bu önemli yazısını “beğen”meyi çok isterdim; ancak sözü getirip “sabık Başbakan’a bağlamış, hatta onu övmüş!”
demişsiniz. Hem yazımı önemli bulmuşsunuz, hem de hakikatte beğenmişsiniz. “Beğen”meyi çok isterdim” sözü bana onu tedai ettirdi ister istemez. Bazen muhatabın ifade etmekten imtina ettiğini satır aralarından çıkarmak mümkün olabiliyor. Öncelikle kamufle etmeye çalıştığınız, fakat edemediğiniz zımni takdirinizden dolayı teşekkür ederim. Doğrusu beğenmek isteyip de beğenemeyişinizin, daha doğrusu beğenmekten sarf-ı nazar edişinizin gerekçesini son derece calib-i dikkat buldum. Beğendiğinizi açıktan söyleyecektiniz ama son cümlede Sayın Cumhurbaşkanının o günkü tavrının doğru olduğunu söylemeseydim eğer.
Öncelikle ifade etmek isterim ki, ben insanları ne arşı âlâya çıkartırım, ne de yerin yedi kat dibine gömerim. O tür yaklaşımlar bana gökyüzündeki andromeda yıldızı kadar uzaktır. Daha ziyade davranışları üzerinden insanları değerlendirmeyi tercih ederim. Tabii, insanların her davranışının da doğru olacağını söyleyemeyiz. Bir konudaki tutum ve davranışı doğru olan bir insanın bir başka konudaki tutum ve yaklaşımı yanlış olabilir. O itibarla total değerlendirmelerden ve genellemelerden uzak durmaya çalışırım. Hz. Ali “Sözün kimin ağzından çıktığına değil, doğru olup, olmadığına bakın” diyor. Aynı şekilde söz gibi tavrın da doğru olup, olmadığına bakmak gerekiyor. Bu yazı Recep Tayyib Erdoğan’ı siyasi açıdan değerlendiren ve onu kusursuz gösterip, millet nezdinde ibra etmeye çalışan bir yazı değildir. Bunu yazıyı okuyan her akıl ve iz ’ân sahibi görür. Sizin gibi ilim cübbesi giymiş bir öğretim üyesi bunu nasıl göremedi? Hayret! Ben burada gezi parkı olaylarında yaşanan özür meselesini değerlendirdim. Tayyip Bey’in de bu olaylar sırasındaki tavrının doğru ve devletin hayrına olduğunu ifade ettim. O dönem AKP’deki bazı siyasetçiler bile durumu yumuşatmak için alttan almaya kalktılar. Geri adım atar gibi yapıp, gidişatı yumuşatmaya çalıştılar. Fakat sabık başbakan baskıları göğüslemesini bildi ve hiçbir şekilde geri adım atmadı. Kendisine kurulan tuzağa düşmedi. Yeşili korumak için eylem yapıyoruz diyeceksin. Daha sonra da esnafın camlarını indirmeyi mübah görecek kadar fütursuzlaşaçaksın. Başbakan hiçbir ahlâki sınır tanımayan bu edepsiz güruha karşı teslim bayrağını çekmemiştir. Liderliğin özelliklerinden birisi de zor zamanlarda dik durmasını bilmektir. O itibarla sabık başbakanın bu tavrı doğruydu. O dönemde o makamda siz de olsaydınız ve aynı tavrı sergileseydiniz “Murat Bey doğruyu yaptı” derdim. Bunu ifade etmek, onu övmek değil, bir hakkı, hak sahibine teslim etmektir. Lütfen olaylar üzerinden şahısların tutumunu değerlendirelim. Bir insan hakkında sahip olduğumuz genel yargıyı onun bütün söz ve fiillerine teşmil etmeyelim. Hiç kimse ne her hal ve fiiliyle baştacı yapılacak kadar mükemmel, ve ne de her hal ve fiilliyle yerin dibine batırılacak kadar mücrimdir. Eğer bir kişiyi sevmiyorsanız, onun bir özelliğinin bile takdir terazisine çıkarılmasına tahammül edemezsiniz. Toplum olarak en kötü hasletlerimizden birisi de budur maalesef… Hissiyatımıza mağlup olmak.
Hemen akabinde ise “Bu güzel yazıdan, ne yazık ki, yanlış bile yapsa devlet asla özür dilemez! şeklinde bir fikir de çıkıyor ki, buna katılmak pek mümkün değil.” demişsiniz. Evet, kanaatime göre özür, devlet hayatında uzak durulması gereken bir durumdur. Hele hele geçen yıl yaşadığımız gezi parkı eylemleri gibi hadiselerde özrün, yanından dahi geçilmemesi gerekir. Dediğiniz gibi o hadiselerin arkasında dış mihraklar ile onların yerli işbirlikçileri vardı. Özür, gerçekte o zalim istismar dünyasına karşı verilecek bir taviz olurdu. Tabii her mesele gezi parkı eylemleri gibi olmuyor. Bizi toplum olarak daha derinden sarsan başka sıkıntılarımız var. Mesela Dersim hadiseleri gibi. Oralarda özür kullanılabilir. Fakat bu özür, devletin şefkatli yüzünü göstermesi şeklinde tecelli eder. Geçmişte yaşanmış kötü hadiseleri unutturmak gibi. Kangren haline gelmiş sıkıntıları aşabilmenin yolu geçmişteki kötü hatıraları silecek güzel ve doğru icraatlardır. Bu anlamda devlet kucaklayıcı olmalıdır. Özür bu mahiyette tecelli ederse, devleti sarsmaz, hatta güçlendirir. Özür dilemenin tek yolu, dil ile ikrar etmek de değildir ayrıca. Bu belki de en kolay ve sevimsiz şeklidir özrün. Atatürk’ün de dediği gibi, açıkları kapatmanın başka yolları da vardır ve bu fazla şamata yapmadan, sessiz ve derinden de yapılabilir. Benim kastettiğim ise gezi parkı olayları gibi hadiselerdir. Burada özür dilemek, kurulan tuzağa düşmektir. Devleti üç beş kendini bilmezin arzusuna kurban etmektir. Hangi bağlamda konuştuğumuzu unutmayalım…
Süleyman Demirel’in konuşmalarında dikkatimi çeken bir husus vardı. Genellikle “devletin sıkıntısı” derdi. “Devletin hatası” tabirini kullanmazdı. Cümlenin kuruluşuna baktığınız zaman devletin hatası demesi gerektiğini düşünürdünüz. Buna rağmen demezdi. Belki de ben duymadım. Fakat bu konuda dikkatli bir insan olduğunu biliyoruz. Devleti temsil mevkiinde olanların da o şekilde davranmaları gerekir diye düşünüyorum. Sakın bu sözlerimden de Süleyman Demirel’i övdüğüm kanaatini çıkarmayın sakın. Bugüne kadar sosyal medyadaki yazışmalarımızdan gördüğüm kadarıyla siz de olan bir özelliği ifade etmek durumundayım. Tikel hadiselerden tümel sonuçlar çıkarmak. Total değerlendirmeler yapmak. Hayatınıza hâkim olan genellikle siyah ve beyaz renkler. Değerlendirme yaparken de bu yüzden çok keskinsiniz.
Dil konusundaki hassasiyetinize gelince, yerinde ve benim de paylaştığım bir hassasiyettir. Bu hassasiyetin kaynağı da rahmetli babamdır. Bergama nüfus dairesindeki eski kayıtları okuyacak kadar Osmanlıcaya vakıf bir insandı kendisi. Televizyonda bile yanlış kullanılan kelimelere dayanamaz, kalkar bir köşeye not alırdı. Üstad Ferit Devellioğlu’nun lügatinde bile gördüğü hata ve eksikleri not etmiştir. Bergama’daki babama ait lügatin içi not kâğıtları ile dolmuş vaziyettedir. Ben de gazeteler de yanlış çıkan bazı şeyleri gördüğümde rahatsızlık duyarım. Matbuatın bir vazifesi de dil şuurunu topluma yerleştirmektir. Bu konuda hissi müşterek halindeyiz. Keyfiyet Mahfilinde çıkan bazı yazılarımda bana ait olmayan bozuklukları gördüğümde ilgili arkadaşı arayıp, düzeltmesini rica ettiğim oldu. Tabii, bize ait olanlar da olabilir. İnsanlık halidir. Fakat “insanlık halidir” deyip geçilemeyecek kadar da önemlidir. Zira eline kalemi alıp, meydana çıkan insanın bu hassasiyete sahip olması elzemdir. Dediğim gibi, basının ve hatta medyanın bir görevi de doğru dil anlayışını topluma yerleştirmektir.
Her eleştiriye cevap veremem. Hele bu kadar uzun cevap vermek her zaman mümkün olmayabilir. Çünkü insanın vakti her zaman bu kadar bol olmuyor. Fakat eleştirilmekten rahatsızlık duymam. Zira kimse lâ-yüs’el değildir. Fikirlerin olgunlaşması için de kritiğe daima ihtiyaç vardır. Hadiseye böyle baktığınızda şunu görürsünüz: İster iyi niyetli olsun, ister kötü niyetli, bu konuda sizi övenlerden ziyade eleştirenler dostunuzdur. Onların tavrı sizi inkişaf ettirir. Yeter ki eleştiri hislerin girdabından uzak, akıl ve mantık süzgecinden geçmiş, tutarlı bir yaklaşımın tezahürü olsun. M.HALDUN SÖNMEZER.
Devlet acısından çok doğru bir tesbit bence.