Latest update 22 Eylül 2023 - 23:36
29 Ara 2014 admin Köşe Yazarları 0
Bir buçuk asra yaklaşan bir anayasal geçmişimiz var. İlk anayasamız olan Kânûn-i Esâsî’den bu yana beş ayrı anayasa ile idare edilmişiz. Buna rağmen zengin bir tecrübeye ve güçlü bir anayasal geleneğe sahip değiliz. Bunun da en önemli sebebi bugüne kadar yapılan anayasalarımızdan hiçbirisinin öncelikle biçim itibarıyla demokratik olmaması. 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 model olan bu anayasalarımızdan hiç birisi aynı anda şu iki özelliği bir arada bulundurmamış: Hem milletin seçtiği bir meclisin öncülüğünde yapılmış olmak, hem de sandıkta bizzat milletin kendisi tarafından onaylanmış olmak.
Demokratik bir anayasanın birbirini tamamlayan iki veçhesi vardır: Biçim ve muhteva. Bir anayasa hem hazırlanış biçimi hem de muhtevası itibarıyla demokratik olmadan tam anlamıyla demokratik ve hürriyetçi bir niteliğe sahip olamaz. Otokratik ve antidemokratik usullerle, olağanüstü ve antidemokratik koşullarda yapılmış bir anayasadan da herhalde demokratik ve hürriyetçi olması beklenemez. Halkın heyecan ve taleplerini yansıtan milli ölçülere uygun bir anayasanın hazırlanabilmesi için bile öncelikle anayasanın hangi zaman ve şartlarda, kimler tarafından yapıldığı önemlidir. Muhtevayı ayrı bir yazının konusu kabul ederek, bugüne kadar yapılmış olan anayasalarımıza bu açıdan bir göz atalım.
23 Aralık 1876’da 101 pare top atışıyla ilan edilen Kanun-ı Esasi bir devlet anayasasıydı. O dönemde anayasal düzen arzusu halktan ziyade Genç Osmanlılar hareketi olarak bilinen aydın grup ile kendi içerisinde bölünmüş bir bürokrasinin talebiydi. Bu yönetici-elit zümrenin padişah ile anlaşması neticesinde meşrutiyet ilan edilerek anayasal düzene geçilmiştir. 119 maddeden oluşan yeni anayasa, başkanlığını Sadrazam Mithat Paşa’nın yaptığı padişah iradesiyle kurulmuş, sayıları otuz kişiden oluşan Meclis-i Mahsus adı verilen bir özel kurul tarafından iki aylık bir süre içerisinde hazırlanmıştır. Şekil şartları itibarıyla bir anayasadan ziyade geniş kapsamlı bir ferman özelliği taşıyan bu metnin siyasi ömrü çok uzun süreli olmadı. Resmi geçerliliği 1920’lere kadar sürse de fiilen çok kısa süre yürürlükte kaldı. Padişahın 13 Şubat 1878’de Türk-Rus Savaşı hengâmında meclisi süresiz olarak tatil etmesiyle birlikte o da uykuya çekildi. II. Abdülhamit baskılar üzerine 24 Temmuz 1908’de meşrutiyeti ikinci defa ilan etti ve yayımladığı bir tebliğle 1876 Anayasası’nı yeniden yürürlüğe soktu. Bazı değişikliklerle bu anayasa işlerliğini imparatorluğun yıkılmasına kadar sürdürdü. Yönetici elit zümrenin ve batıcı aydınların zorlamasıyla ilan edilen anayasa her şeyiyle bir devlet anayasası hüviyetine sahipti. II. Abdülhamit’in tahta çıkışından dört ay sonra ilan edilen bu siyasal metin, biçim itibarıyla bir anayasadan ziyade padişahların tahta çıktıkları zaman yayımladıkları adaletnamelere benziyordu.
İkinci anayasamız olan Teşkilât-ı Esasîye Kanunu ise 20 Ocak 1921’de ilk TBMM tarafından kabul edilmiştir. Olağanüstü şartlarda hazırlanan bu metin acil ihtiyaçları karşılamak üzere yapılmış, kısa ve özel bir anayasadır. Sadece 23 maddeden oluşmaktadır. Muhteva itibarıyla devlete ait en temel umdeleri vazedip, meclisin işleyiş esaslarını ortaya koymaktan ibaret olan Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun diğer bütün anayasalarımızdan üstün olan tarafı, milletin seçilmiş meclisi tarafından hazırlanıp, yine o meclis tarafından kabul edilmiş hukuki bir metin olmasıdır. İlk paragrafta ortaya koyduğumuz ideal kriterlere en yakın olan anayasamız Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’dur. Onun bu özelliği zamanımızın anayasa hukukçuları tarafından da teslim edilmiştir. Ergun Özbudun, Bülent Tanör, Ahmet Demirel gibi çağdaş anayasa hukukçuları ve siyaset bilimciler Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun Türk Anayasaları içinde hazırlanışı bakımından en demokratik anayasa olduğunu ifade etmişlerdir. Hatta Ergun Özbudun “Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyetinde millî iradeyi layıkıyla temsil eden bir meclis tarafından yapılmış tek anayasa, 1921 Anayasasıdır.” demiştir.
Yakın tarihimizin en saygın insan topluluğu tarafından yapılmış olması ve hazırlanış biçimi dikkate alındığında demokratiklik vasfı öne çıkan bu anayasamız yapıldığı devrin zor şartları dikkate alındığında sadece temel bir hukuki metinden ibaret olup, muhteva itibarıyla milletin arzu, heyecan ve isteklerinin tümünü kucaklayabilecek bir mahiyet ve genişliğe sahip değildir. Silahlı mücadele yoluyla bağımsız bir devlet kurmayı hedefleyen yeni teşekkül etmiş meclisin yetki ve işleyiş esaslarını dikte eden bir çalışma kılavuzu hüviyetindedir.
1923’te Cumhuriyet ilan edilirken üzerinde bazı ufak değişiklikler yapılan 1921 Anayasası, üç yıl üç ay yürürlükte kaldıktan sonra, II. TBMM tarafından 20 Nisan 1924’te kabul edilen 1924 Anayasasıyla birlikte yürürlükten kalkmıştır.
105 maddeden oluşan 1924 Anayasası ise bizzat TBMM’de yapılan çalışmalar ve müzakereler neticesinde ortaya çıkmıştır. Tek parti hegemonyasının kurulmaya başladığı bir dönemde, örgütlü bir muhalefetin mevcut olmadığı bir meclisçe yapılmış ve yine aynı meclis tarafından kabul edilmiştir. Yani tek parti iktidarının mantalitesini yansıtan bu metinde hazırlanış ve kabul ediliş tarzı itibarıyla demokratik bir çerçeveye sahip değildir.
27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra hazırlanarak, 9 Temmuz 1961’de halkoyuna sunulan 1961 ve 12 Eylül 1980 darbesinden sonra hazırlanıp, 7 Kasım 1982’de yine halkoyuna sunulan 1982 anayasalarının her ikisi de bir hükümet darbesinin ardından yapılmış olan anayasalardır. Kaynağında milli irade olmadığı için de daha doğarken yarı ölüdürler. Her iki anayasayı da hazırlayan Kurucu Meclisler, genel oya dayanan bir seçimle oluşmuş yasama organları değildi. Yani milletin hür iradesiyle teşekkül etmemişlerdi. Tabiatıyla hazırlayacakları siyasi metinler de milletin heyecan, arzu ve kıymet hükümlerinin aynası olamazdı. Ayrıca bu anayasalar darbeciler tarafından hukukçulara sipariş edildiği için de daha baştan demokratik bir mizaca sahip değillerdi. Atanmışların ilk hedefi yaptıkları darbeyi anayasal zeminde meşrulaştıracak kanuni bir garantiyi sağlamaktı. Bu sebeple Türkiye tarihinde yapılan son iki anayasa gayrı meşru bir fiili meşru bir kılıfa sokmanın vasıtası olmuştur. Halkoyuna dayanmayan Kurucu Meclisler eliyle yapılan anayasalar referandum yoluyla halka onaylatılarak, meşruiyet kazanmıştır. Tabiatıyla yapılan darbeler de…
Her iki anayasa da son şeklini aldıktan sonra referandum yoluyla milletin tasvibine arz olunmuştur. 1961 Anayasası % 61’lik oy çokluğuyla, 1982 Anayasası ise halkın % 91,37’lik ezici çoğunluğuyla kabul edilmiştir. Darbeciler tarafından yapılmış olan her iki anayasanın da dikkat çekici bir oy ekseriyetiyle kabul edilmiş olmasının sebebi, halkın darbecilere prim verme eğiliminde olması değil, referandumun neticesinin “hayır” çıkması halinde ortaya çıkacak kaos halinin milleti daha büyük sıkıntılara sürükleyebileceği endişesidir. Halk askerin bir an evvel kışlasına çekilerek, yeniden parlamenter düzene geçilebilmesi için her iki anayasaya da “evet” demiştir.
Uzun sözün kısası bugüne kadar bizim için yapılan anayasalardan hiçbirisi hem milletin meşru temsilcileri tarafından hazırlanmış, hem de milletin bizzat kendisi tarafından onaylanmış bir biçimsel sağlamlığa ve meşruiyete sahip olmamıştır. Şekil şartları itibarıyla hiçbirisi tam anlamıyla demokratik bir zemine oturmamaktadır. Sadece siyasal sistemin işleyiş esaslarını vazeden Teşkilât-ı Esasîye Kanunu bu ölçülere oldukça yakın olsa da, o da olağanüstü koşullarda hazırlanan bir siyasal metin olması hasebiyle umumi efkârı bütünüyle yansıtan bir keyfiyete sahip değildir. Ayrıca, yine o da millet tarafından değil, bizzat anayasayı yapan meclisin kendisi tarafından onaylanmıştır. O itibarla bugüne kadar sahip olduğumuz beş anayasadan hiçbirisi kâmil manada bu milletin anayasası olmamıştır.
Türkiye’deki siyasal sistemin ağır aksak bir yapıya sahip olmasının ve ülkemizin sürekli olarak yönetim problemleriyle karşı karşıya bulunmasının da temelinde yatan sebep, bugüne değin milli iradeyi yansıtan bir anayasanın yapılmamış olmasıdır. Sosyolojik gerçekler es geçilerek anayasa yapıldığı için siyasal ve toplumsal krizler birbirini takip etmiş ve daima meşruiyet sorunu yaşanmıştır. Jakoben kafanın uygun gördüğü kıyafet prova edilmeden ve toplumun ölçülerine uygun olup, olmadığına bakılmadan dikildiği için her seferinde millete dar gelmiş ve daima bir yerlerinden patlamıştır. Cumhuriyetin ilânından bu yana dört anayasa eskitmiş olmamızın da gerçek sebebi budur. Yapılan yeni anayasalar da hiçbir zaman için çözüm olmamış, ilerleyen zaman içinde onların üzerinde de eklemeler çıkarmalar yapılarak çok sık değiştirilmiş ve adeta eldeki metin, anayasa olmaktan çıkarak, yamalı bir bohçaya dönmüştür.
İlk ve tek anayasasını 1787’de kabul eden ABD, bugüne kadar ikinci bir anayasa yapma gereği duymamıştır. Bugün hala işlerliğini koruyan anayasasını bizim ilk anayasamızdan 89 yıl önce yapan ABD son derece düzgün işleyen bir siyasal sisteme ve güçlü bir anayasal geleneğe sahiptir. Yeni bir anayasa yapılmamış olmasına rağmen, Amerikalılar tarih içerisinde onu zamanın taleplerine göre güncelleme gereği duymuşlar ve anayasaları üzerinde 27 kez tadilat yapmışlardır. Fakat bu değişiklikler ne anayasanın ruhunu değiştirmiş, ne de yaklaşık iki asrı aşkın bir süreden beri ciddi bir tıkanma olmadan işleyen siyasal sistemin yapısına dokunmuştur. 227 seneden beri sadece 27 kez değişiklik yapan ve tek bir anayasa ile idare eden ABD’ne nispetle Türkiye toplumu sadece 1921’den 1982’ye kadar geçen 61 yıl içinde dört defa anayasa yapmış ve doksan yıl içerisinde de anayasaları üzerinde sayısız kez değişiklikte bulunmuştur.
Türkiye toplumu ABD’den yaklaşık bir asır kadar sonra tanıştığı anayasal düzeni layıkıyla yaşayabilmiş bir toplum değildir. Bunun da en önemli sebebi, bugüne kadar devlete hâkim olan zihniyetin “Sizin için en iyisini ben bilirim” mantığıyla anayasaları hazırlayıp, fikrini sormadan halka dayatması ve bürokrasinin siyaset kurumu ile millet üzerindeki baskıcı tavrıdır.
Bir ülkede bürokrasinin görevi sağlıklı ve düzenli bir şekilde bilgi akışını sağlayıp, kamu hizmetlerinin daha etkin ve verimli bir seviyede halka ulaşmasını temin etmektir. Yoksa bürokrasinin görevi durumdan vazife çıkarıp, gerekli gördüğünde hükümetlere müdahale edip, siyasi iradeyi sınırlamaya kalkmak değildir. Buna rağmen ülkemizde tek parti iktidarının sona erip, demokrasiye geçildiği yıllardan bu zamana bürokrasi daima siyasal sistemin fren mekanizması olarak çalışmıştır. Direksiyonda oturan hükümetler olmasına rağmen, fren daima bürokrasinin elinde olmuştur. Bürokrasi milli iradenin ve siyasetin kullanışlı bir vasıtası olması gerekirken, siyasetin kendisini ona göre ayarlamak zorunda kaldığı bir tahakküm mekanizmasına dönüşmüştür.
Türkiye’nin bugüne kadar yaşadığı anayasal krizlerin ve yönetim sıkıntılarının temelinde bürokratik devlet yapısı vardır. İşbaşına gelen iktidarlar, vesayetçi düzenin ağırlığı ve hükümetler üzerinde kurduğu kontrol mekanizmasından dolayı bugüne kadar rahat çalışamamıştır. Bürokrasinin sahip olduğu rezervler hükümetlerin elini kolunu bağlamıştır. Yine bürokrasi eliyle üretilen kırmızıçizgiler en başta Türkiye’nin sosyolojisiyle çatışmış ve en temel meselelerde bile farklı alternatiflerin günışığına çıkıp tartışılmasını engelleyerek, çözüme giden yolları kapatmıştır. İktidarlar ancak vesayetin müsaadesi nispetinde adım atabilmiş, cebri uygulamalar tek çözüm yöntemi olarak görülmüş, bu da sosyal yaraların zamanla kangrene dönüşmesine yol açmıştır.
Türkiye yakın tarihinin ağırlığını üzerinde taşıyan ve zaman zaman onun sebep olduğu olumsuzluklarla yüzleşmek zorunda kalan bir toplumdur. Kuşaktan kuşağa miras olarak devredildiği için zamanla kartopu gibi büyümüş tarihi ve sosyolojik kaynaklı problemlerimize bugüne kadar neşter vurulamamış olmasının sebebi de yine bürokratik vesayettir.
Türkiye’de yakın zamanda yaşanan gelişmeler neticesinde bürokrasinin milli irade ve siyaset üzerindeki hegemonyası önemli ölçüde kırılmıştır. Yalnız bu fiili bir durum olup, vesayet henüz yasal düzeyde tasfiye edilmemiştir. Bunun da yolu öncelikle darbe mahsulü anayasalardan bir an evvel kurtulmak, daha sonra da devletle millet arasında yapılacak yeni bir sosyal kontrat sistemiyle temel hak ve hürriyetlerin anayasal teminat altına alınmasıdır.
Son yıllarda yaşanan olumlu gelişmeler hem yeni bir anayasa yapılması yolunda, hem de kangren haline gelen problemlerimizin çözümü istikametinde bize ümit vermektedir. Bazı gecikmeler yaşansa da Türk toplumu şu an yeni bir anayasa yapmanın arifesindedir. 2002 seçimleri son kullanım tarihleri çoktan geçmiş olmasına rağmen oturdukları koltuklardan bir türlü kalkmak bilmeyen siyasileri ve onların şahsında, miadını çoktan doldurmuş olmasına rağmen suni teneffüsle ömrünü uzatmaya çalışan müflis siyaset anlayışını bu milletin gündeminden çıkartmıştı. Yeni anayasanın referandum yoluyla kabulü ise bir asırdan beri yakamızdan düşmeyen müfsid ve darbeci zihniyete öldürücü yumruğu vuracaktır. Devlet ve millet bürokrasinin tagallübünden kurtulacaktır. Aktif siyasetin meşru öznesi olmadığı halde siyasete gayrı meşru taktiklerle müdahil olan bu unsurların politik arenadan tamamıyla temizlenebilmesi için önümüzde kaçırılmaması gereken büyük bir fırsat vardır.
Bu toplum kötü bir anayasa ile bizi idare edecek sivil bir iktidar en iyi askeri idareden daha muteberdir diyerek, üzerinde postal izi bulunan 1961 ve 1982 anayasalarına bile geçiş vizesi vermiştir. Endişem nefretin körüklediği siyasi kutuplaşmanın aklıselimden daha ağır basması sonucunda darbe anayasalarından bile esirgenmeyen lütfun, ilk defa üzerine sivil, askeri bürokrasinin gölgesi düşmeyen demokratik ve sivil bir anayasadan esirgenmesidir. Yeni anayasanın kahir ekseriyetle kabulü ülkemizin hayrına olacaktır.
Şekil açısından bakıldığında yeni anayasamız bugüne kadar yapılmış olan anayasalarımızdan hiçbirisinin haiz bulunmadığı bir imtiyaza sahip olacaktır: Hem milletin yasal temsilcisi olan seçilmiş meclisin karar ve iradesiyle yapılmış olmak, hem de referandum yoluyla milletin takdir ve tasvibine arz edilmiş olmak. Bundan önceki anayasalarımızdan hiçbirisi aynı anda bu iki özelliğe birden sahip olmamıştır. Yeni anayasamız, milletin tasvibine mazhar olduğu takdirde haiz bulunduğu bu ayrıcalıkla bugüne kadarki bütün anayasalarımızdan daha demokratik bir zemine oturacak ve her şeyden evvel ilk defa halkın meclisi tarafından yapılmış olduğu için de meşruiyet sorunu yaşamayacaktır.
22 Eyl 2023 0
22 Eyl 2023 0
22 Eyl 2023 0
22 Eyl 2023 0
Gaziemir Belediyesi’nin Alzheimer Demans Danışma ve Dayanışma Merkezi’nde verdiği hizmetlerle alzheimer ve demans hastalarının fiziksel ve zihinsel kapasiteleri korunuyor; hasta […]
Emekli maaşına zam ne zaman verilecek sorusunun cevabının arandığın şu günlerde Erdoğan’dan emekli maaşlarına zamda tarih verdi.. İşte detaylar… Emekli […]
AK PARTİ GÖLCÜK İLÇE BAŞKANI KEMAL YAVUZ’DAN, SAADET PARTİSİ İLÇE BAŞKANI MUSTAFA ÖZSOY’A SERT CEVAP: ÖZSOY’A İLÇEDE YAPILAN PROJELERİN YER […]
Türkiye’de 3 ilin sınırlarının değişeceği öğrenildi. Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinde köylerin ve meraların idari sınırlarının netleştirilmesi amacıyla bir çalışma […]
CHP’den ihraç edilen Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, 2023 yerel seçimlerinde bağımsız aday olacağını açıkladı. Özcan, İYİ Parti, AK Parti […]
Ben Zonguldak çocuğuyum, Ama bu acılar şehrine biz Karaelmas deriz… Madenci kenti Zonguldak ’da doğdum, büyüdüm, ergen oldum… Bir madenci çocuğu değilim, Bununla […]
Gebze Elazığlılar Derneği geleneksel piknik şölenine hazırlanıyor. Gebze Elazığlılar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin her yıl geleneksel hale getirdiği […]
Toplu sözleşme zammı ve yıl sonu enflasyon tahmini belli oldu. Orta Vadeli Program hesapları değiştirdi. Yüzde 65’lik 2023 yılı enflasyon […]
Gebze-Darıca Metro inşaatını yerinde inceleyen YSP Kocaeli Milletvekili Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu, bir türlü bitmek bilmeyen inşaatın bir an […]
OKUL ÇAĞI ÇOCUKLARINDA AŞILAMA Aşılamayı, hastalıklarla temas etmeden önce kişileri hastalıklara karşı koruyan basit, güvenli ve etkili bir yol […]