“Çinlilerin sözü tatlı, ipeği yumuşak imiş” Bilge Kağan
“Kimlik” kazanmak, kazandırmak, kazandırılmak…
Kimlik bir sosyalleşme alameti, imkanı getiriyor. İlişkileri kolaylaştıran işlevi sebebiyle değerli bir sosyolojik kavram. Şüphesiz kimlik edinmek, belli bir “şahsiyet”, “anlama”, “irade” üzerine oturuyorsa, son derece önemli ve hayatı güzelleştiren bir değerle donanmaktır.
Ortak değerlerin toplum yaratan gücünün keşfiyle beraber, siyaset veya güç elde etme merkezleri bu ortaklıktan kaynaklanan toplumsal gücü ele geçirme, en azından bir kısmına hükmedebilme adına sentetik kimlikler de icat ettiler. Felsefeyi, din ve tarikatleri, mezhepleri, soyları, taraftarlıkları, modayı… vs. ne kadar kimlik icadına müsait zemin veya konu varsa sonuna kadar kullandılar. İnsanlığın mücadele tarihine bu açıdan bakılırsa, çok yüksek oranda “kimlik savaşları”yla dolu olduğunu görürüz. Ya din savaşları, ya milliyet, ya mezhep, ya siyasi kimlikler arası savaşlardan ibaret bir tarihle karşılaşırız…
Ancak kimlik yaratarak iktidar olmak ve o kimliğin tahkimiyle iktidara devamlılık kazandırmak konusunun da cılkı çıkmıştır artık. Hele son yıllarda kimliklerin keskinleştirilmesi, ülkemizde toplumsal bütünlüğü dahî parçalar hale geldi. Kimlikler katılaştıkça hariçten o kimlik adına bir hayırlı teşebbüse imkan bulunamaz oldu. Yıllar ve yıllardır yürütülen kimlikler arası mücadelelerle taraflar öylesine “uyarılmış” hale girdiler ki, artık kendi kabileleri dışından gelecek hiçbir hitaba açık değiller. Bu tür hitaplar “saldırı” olarak algılandı. Aslında gerçek de buydu! Taraflar arasındaki ilişki, bir “teslim alma” stratejisinden ibaretti.
***
En vahim sonuç ise, başta zikrettiğimiz kişilik, irade ve anlama potansiyelimize vurulmuş olan darbedir tabiî…
Kişiliğe saygı neredeyse silindi; bırakın geliştirmeyi, tersine, var olan kişilikleri imha edecek hale gelindi.
Devlet ideolojisinin örnekliği ve öncülüğünde, bütün alt kimlikler, mensuplarının homojen duyuş ve düşünüşlere bağlı kalmasını şart koştular.
Modacılar, reklamcılar, propagandistler… topluca medyaların artık en önemli görevleri o kimliklerin müdafaa ve muhafazasından ibaretti. Herkes kendi medyasını yaratıyor, “ortadaki” masum kitleye daimî bir “sürek avı” yapılıyordu…
***
Şimdi, mevcut kimlik grupları pek belirginleşti ve rakip saldırıların diline iyice aşina hale getirildi.
Herkes “sürüsüne” fevkalade dikkatle sahip çıkıyor!
Eğer oluşan dengelere razı değilseniz, yeni bir güç yaratmak istiyorsanız, mevcut insan yığınlarına, kimliklerine saldırarak netice elde etme şansınız kalmamıştır. Karşıdan yeni kimlik telkinlerine karşı hassasiyetleri adamakıllı keskinleşmiş kitlelere ulaşmanın yolu, artık eski şartlanmaların yıpratılmasına, dağıtılmasına bağlıdır.
Tabiî iyiniyetli teşebbüs kısırlığını da görmek lazım… Binbir surat balolarına dönen siyasetten pek ciddi hamle beklememek de diğer bir gerçeğimiz…
Kimlik sembolleri, sloganları üzerinden yeni hamleler ise siyasetimizin ahlakî seviyesini ele veriyor. Madem sağ, sol, etnisiteler, tarikat mensubiyetleri, mezhepler, ticari gruplaşmalar… üzerinden sınırlar katılaşmıştır. O halde siyaset ve ilgili servisleri bir yeni yol bulur! Bir tez yaratmak şart değildir. Hedef kitleye “ne kadar haklı” olduklarını, kendilerinin “anlaşılmadıklarını, haklarının yendiğini”… söylersiniz olur biter.
Hakim medyalarda ve büyük gruplar arasında yer bulamayan ufak kimlikler, böyle bir iltifata o kadar AÇtırlar ki, bir an bile “ne oluyor?”, “düğün değil bayram değil” demeden, bu söylemde bir “hidayete eriş örneği” bulurlar!
Sürek avı devam etmektedir. Varsın sirkeli olsun helva! Kırk yılda bir, birileri onları “adamdan saymıştır” ya!
Bizi en fazla üzen, vaktiyle “kişilik cenneti” olan bazı toplulukların da bir “kişilik kaybı” ile karşı karşıya olduklarını görmek. Kemalist+solcu+milliyetçi ve hem de dindar kimliklere riyakarca ve hepsine birden hak vererek(!), hedef kitleye dalkavuklukla, birileri siyasi yelpazede yer edinmeye çalışırken, elde kalan birkaç bâkir ve kimlik cinnetine karşı korunabilmiş topluluğun da erimekte olduklarına şehadet ediyoruz maalesef…
“Her dem yeniden doğmak” ilkesine bayraktarlık etmiş grupların, yaratıcı anlamadan adeta ışık hızıyla uzaklaşmalarına kim üzülmez!
***
Keşke bir kişilik inşâ seferberliğiyle, farklılıklarımızın bize verilmiş kişilik imkanları olduğuna uyansaydık ve biz bu çürütücü ahlakın esaretini yazmak zorunda kalmasaydık… Bir toplu isyan hazırlığındaki ihanet mihraklarının hileli iltifatlarına o bîbedel kutlu ocaklarımızı feda etmese idik…