Latest update 28 Mart 2024 - 23:54
29 Haz 2015 admin Köşe Yazarları, Manşet, Manşet Yanı, Sürmanşet, Türkiye 0
Çocukluk çağında bizim kuşağın hayatına girmiş bir askeri figürdü Kenan Evren. Televizyonun tek kanallı ve siyah beyaz olduğu yıllardı. Henüz 12 Eylül Darbesi olmamıştı. 1978-79 yıllarında genelkurmay başkanıydı Evren Paşa. TRT’nin geceleri üç dört saat gibi sınırlı yayın yaptığı dönemde zaman zaman televizyonda görürdük onu. TRT’nin akşam haberlerinde bazen üniformalı bir resmi yansırdı ekrana. Biz ekrandaki resmine bakarken haberleri sunan spiker onunla ilgili haberi geçer ya da onun bir demecini okurdu. Bu, çok sınırlı da olsa, o yıllarda bir çocuk belleğinde yer eden ilk Kenan Evren portresidir. Bu çok sathi portre, ihtilâlden sonra yeni unsurların eklenmesiyle birlikte zamanla renklenip çeşitlendi.
Yetmişli yılların Türkiye’si ideolojik çatışma ve kamplaşmaların, çözüme kavuşturulamayan kronikleşmiş problemlerin, bir türlü kurulamayan ve sürdürülemeyen hükümetlerin, liderler arasındaki çoğu gereksiz siyasi çekişme ve polemiklerin ve bütün bunların tabii sonucu olarak da anlaşmazlık ve uyuşmazlıkların tavan yaptığı bir dönemdi. İşte Evren Paşa yine öylesine bir kaos ve uyuşmazlık ortamında adeta tombaladan çıkmış ve üzerinde uzlaşılan isim olmuştu.
1977 senesinde başbakanlık makamında oturan Süleyman Demirel dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı olan Namık Kemal Ersun’u kanlı 1 Mayıs hadiselerinden sonra darbe girişiminde bulunacağı iddiasıyla emekliye sevk etti. Genelkurmay Başkanı olmasına kesin gözüyle bakılan Ersun’un re‘sen emekli edilmesinden sonra boşalan Kara Kuvvetleri Komutanlığı makamına atama yapılması gerekiyordu. Demirel ’in niyeti, kendisiyle yakın ilişkiler içinde olduğu 3. Ordu Komutanı Ali Fethi Esener’i önce Kara Kuvvetleri Komutanlığı, kısa bir süre sonra da Genelkurmay Başkanlığı makamına getirmekti. Emekli bir asker olan devrin cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ise bu tercihi onaylamıyor ve teamül gereği 1. Ordu Komutanı Adnan Ersöz’ün o makama oturması kanaatinde ısrar ediyordu. Ancak ne Demirel ne de Korutürk, ısrarlarından vazgeçmeyerek geri adım atmadılar ve neticede görev süreleri dolan her iki komutan da 30 Ağustos 1977 tarihi itibarıyla emekliye ayrıldı. Bunun üzerine emeklilik hesapları yapan ve emekli olduktan sonra da İzmir’e yerleşmeyi planlayan Ege Ordu Komutanı Kenan Evren hiç beklenmedik bir şekilde 5 Eylül 1977 tarihinde önce Kara Kuvvetleri Komutanı, altı ay sonra da Genel Kurmay Başkanı oldu. Üç kıdemli paşanın birbiri ardına emekliye ayrılmasıyla birlikte akılda ve hayalde olmayan bir ihtimal gerçekleşmiş ve Kenan Evren hem rütbesinin uygunluğu hem de siyasilerin tensibiyle Kara Kuvvetleri Komutanı olmuş, çok geçmeden de Genelkurmay Başkanlığı’na atanmıştır.
Kenan Evren devlet hayatına son noktayı koymak üzere iken kendi iradesi dışında gelişen hadiselerin önünü açması sayesinde üç dört yıl gibi kısa bir zaman zarfında devletin en tepe noktasına çıktı ve yakın tarihimizde çok az ölümlüye nasip olmuş bir yetki ve kudreti avuçlarının içine aldı. Bilinmez belki de görünmez bir el ona bu yolu açtı.
Kenan Evren bu toplumun hayatına bir asker ve genelkurmay başkanı olarak girse de toplumsal bellekte bir darbe lideri olarak yer etti. Toplum, onu bir askeri darbenin lideri olarak tanıdı. Fakat toplumun bütünü onu bu kimliğinden dolayı yargılayıp mahkûm etmedi. Zamanla kendisi hakkında oluşan olumsuz kanaatin ve özellikle de hayatının son yıllarında toplumun hemen bütün kesimlerinde görülen Kenan Evren nefretinin sebebi sadece yaptıkları değil, aynı zamanda söyledikleridir.
Kenan Evren’in bir devlet başkanı olarak seleflerinden, bir asker olarak da meslektaşlarından çok farklı bir yönü vardı. Paşa Hazretleri; sözünü tartmadan, lafın ucunun nereye gideceğini hesaplamadan, içinden geldiği gibi konuşuyordu. Konuşmasında adeta bir çocuk safiyeti vardı. Toplumda işgal ettiği mevki düşünüldüğünde bu özelliği onun en büyük handikapı oldu.
Fransızların müteveffa reisicumhuru Charles(Şarl) De Gaulle’ün hayran olduğum bir sözü vardır: “Siyasi hayatta hiçbir güç, devlet otoritesini sükût ölçüsünde muhafaza edemez.” Elbette her taş yerinde ağırdı. Ama ne yazık ki Evren Paşa, De Gaulle gibi siyaset ustalarının özdeyiş haline getirdiği bu ölçüden de uzaktı. 1980-89 arasında önce devlet başkanı, daha sonra da cumhurbaşkanı sıfatıyla davet aldığı her yere gitti ve hemen her konuda nutuk attı. Tabiatıyla bu durum zaman içinde şahsına ve temsil etmekte olduğu makamın ağırlığına gölge düşürdü. Diyanet müfettişi olan irfan ehli bir aile dostumuzun onun için seksenli yılların ortalarında söylediği bir sözü hiç unutmadım. Yıllar önce vefat eden ve Evren’le yaşıt olan o muhterem zat, bir sohbet esnasında aynen şöyle demişti: “Yumurtacılar Derneği kongre yapsa Evren oraya da gider.” Evet, çok gezen ve çok konuşan bir kişilikti Evren Paşa. Ağzından dökülen herzelerin, birçoğu fiyaskoyla biten sözlerinin ardı arkası kesilmemiştir. Üç yıl kadar önce vefat eden rahmetli babamın, o yıllarda onun için birkaç kez “b…. bülbül” tabirini kullandığını hatırlıyorum. Evren Paşa için yapılan bu tür nitelemeler maalesef doğruydu. Ne zaman ağzını açsa ya bir pot kırıyor ya da esaslı bir çam deviriyordu hazret.
Nev’i şahsına münhasır bir kişiliği yoktu. Toplumun ortalamasının ancak biraz üzerine çıkardı. Bir kafeterya ya da kahvehaneye girdiğinizde ona benzeyen en az yarım düzine insan bulurdunuz. Hal, tavır, konuşma tarzı, ilgi ve merakları itibarıyla onu ortalama bir Türk erkeğinden farklılaştıracak hiçbir orijinaliteye sahip değildi.
İlgilendiği meseleler ve uzmanlık alanları(!) çok geniş ve çeşitliydi. İktidarı döneminde siyasetten diyanete, atletizmden futbola, kadın ayakkabısından alafranga tuvaletlerin klozet kapaklarına kadar hemen her konuda görüş beyan etmiştir. Her meselede ahkâm kesmesi zamanla kendisini hafifletti. Özellikle dini meselelere getirmiş olduğu yorumlardan dolayı eski bir diyanet işleri başkanı 1990 senesinde bir gazeteye verdiği beyanatta kendisi için; “Evren, güneş müftüsü oldu.” değerlendirmesini yapmıştı. Halka hitaben yaptığı bir açık hava mitinginde hayır sahiplerine hitaben; “İnsanoğlu isterse ibadetini evinde yapabilir ama eğitim evde olmaz. O yüzden cami yerine okul yaptırın!” şeklindeki tavsiyesi ise bir başka garabetti. Hemen her konuda tuhaf denilebilecek ve hatta bazen mizaha konu teşkil edecek tarzda yaklaşımları olan bir kişilikti Evren Paşa.
Onlardan birisi de bulunduğu mevkide oturan hiç kimsenin dikkate bile almayacağı şeyleri ciddiye alarak halkla paylaşmasıydı. Halktan birilerinin kendisine gönderdiği tuhaf içerikli mektupları bile miting kürsüsünden okuyup paylaşırdı. Bu mektuplardan birinde kendisine yapılan ilginç bir teklifi kendisine has üslubuyla anlatırken televizyondan dinlemiş ve haliyle herkes gibi ben de tebessüm etmiştim. Mektupta aynen şöyle deniyordu Paşa’ya: “Paşam! Geleneğimize göre devlet başkanı olan şahıs, baş imamdır aynı zamanda. O yüzden de sizin başınıza sarık sarıp sırtınıza da cübbeyi geçirip bazı özel günlerde bu millete namaz kıldırmanız gerekiyor.”
Yine en çok tiye alınan tuhaflıklarından birisi de Atatürk’e benzeme gayreti içerisine girmesi olmuştur. Kılık kıyafetinden tavır ve davranışlarına hatta verdiği pozlara kadar adeta kendi şahsında yeni bir Atatürk inşaa etme peşindeydi Evren Paşa. Kendisindeki bu eğilim o kadar sırıtıyordu ki fıkralara dahi konu oldu. Kendisi olmak varken varını yoğunu başkasının kopyası olmaya adamış bir şahsın ciddiyet ve itibarı ne olabilirdi ki toplum nezdinde?
Devlet adamlığı kumaşı zayıftı. Doğuştan devlet adamı formasyonuna sahip bir kişiliği yoktu. Milletimizin en az bir asırdan beri yakasından düşmeyen kaht-ı ricâl problemi, onun döneminde eksikliğini daha fazla hissettirir oldu.
Gerçekte Evren Paşa şanslı adamdı. Hem de Türkiye tarihindeki darbecilerin hepsinden daha şanslıydı. Bütün darbeler antidemokratik olmasına rağmen, liderlik ettiği darbe Türkiye tarihinde gerçekleşen darbelerin hepsinden daha yüksek bir meşruiyet zemini üzerine oturuyordu. Terör öylesine bir hal almıştı ki toplumsal bütünlüğü sarsacak noktaya ulaşmıştı. Can güvenliği ve umut eksikliği had safhaya erişmişti. Halk, hükümetlerin ufuksuzluğu ve siyasilerin bencilce kavgalarından bıkmıştı. Diğer darbeler iktidarlara karşı yapılmıştı. 12 Eylül ise Paşa’nın da ifadesiyle teröre son vermek ve kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek amacına matuftu. Ordu bu sebeple yönetime el koymak zorunda kalmıştı.
Zikredilen sebeplerden dolayı, darbenin gerçekleştiği günlerde toplumun çoğunluğu onu bir kurtarıcı olarak görmüş ve desteklemişti. Darbeden sonra da uzun bir müddet çok yüksek düzeydeki halk desteğini arkasında tuttu. Fakat iktidarı avuçlarının içine aldığı ilk günden itibaren öyle büyük hatalar yaptı ki, arkasındaki destek hemen erimese bile, tesir ve imajı zayıfladı.
İlk ciddi sınavını darbenin akabinde gündeme gelen Yunanistan’ın NATO’ya dönüşü meselesinde verdi. Darbeden sonra gerçekleştirdiği ilk ve en önemli icraatı, Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne hiçbir somut karşılık almadan yeşil ışık yakmak oldu. Adeta NATO üyeliğini altın tepsi içinde Yunanistan’a sundu. Kamuoyu baskısından ve muhalefetin eleştirisinden korkan Demirel ve Ecevit hükümetleri bu konuda sürekli olarak veto kartını kullanıyorlardı. Bu hadise, kamuoyunun susturulduğu ve siyasi muhalefetin olmadığı ortamların milli menfaatlerin korunması açısından ne kadar elverişsiz ve aykırı bir iklim olduğunu göstermesi açısından çok tipik bir misaldir.
Bir tarafıyla da son derece akıllı bir adamdı Evren. 12 Mart Muhtırası’ndan sonra Faruk Gürler Paşa’nın kendisini cumhurbaşkanı seçtirmeye çalışırken düştüğü acıklı durumu görmüş ve aynı çukura kendisi de düşmemek için millete reddedemeyeceği bir teklif yapmıştı. Cumhurbaşkanı seçimi ile anayasa referandumunu birleştirmişti. 1982 Anayasası’na “Evet” oyu verenler, otomatikman Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığına da “Evet” demiş olacaklardı. “Hayır” oyu çıkması durumunda ise hem anayasa reddedilmiş olacaktı hem de Evren’in cumhurbaşkanlığı. Fakat bu durum sivil yönetime geçişi zorlaştıracak, yeni bir anayasa yapılması için asker tekrar kolları sıvayacak ve bu durum ülkenin yıllarını çalacaktı. Halkın manevra imkânı yoktu. “Evet” oyu vermediği takdirde daha uzun yıllar askerin gölgesinden kurtulamayacaktı. Belirsizliği ortadan kaldırmanın tek yolu, anayasayı onaylayarak yeniden demokrasiye geçişi hızlandırmaktı. Halk dereyi geçinceye kadar oyunu askerin koyduğu kurallara göre oynamaya mecbur olduğunu bildiği için komutanlara istediklerini vermekte tereddüt etmedi. Evren bir Ali Cengiz oyunuyla kendisini cumhurbaşkanı seçtiriyordu.
Yakın çevresini, özellikle de beraber yola çıktığı insanları, idare etmek hususunda da mahir ve dikkatli davranmıştır. Darbeden iki yıl sonra kendisi Çankaya’ya çıkarken darbeyi beraber yaptığı arkadaşlarına da bir kıyak çekmeyi ihmal etmedi. Milli Güvenlik Konseyi olarak bilinen kurum, yeni yapılan anayasaya eklenen geçici bir madde ile Cumhurbaşkanlığı Konseyi’ne dönüştürülerek Evren’le birlikte yola çıkmış diğer dört paşanın da gönülleri hoş edildi. Bu dört paşa altı yıl boyunca (1983-1989) görev yapacak bir konseyin daimi üyesi oldular.
Sadece altı seneliğine bir makamın ihdas edilmesi ve o süre dolduğu zaman da makamın lağv edilecek olması, dört paşaya (Ersin, Şahinkaya, Tümer, Celasun) anayasa garantisi altında sunulmuş siyasi ikramiyeden başka bir şey değildi. Evren ile aralarında ne geçmişti, bilinmez ama büyük ihtimal Evren’in Çankaya’ya çıkmasından kısa bir süre sonra emekli olacak bu paşaların sade bir vatandaş olarak köşelerine çekilmeleri uygun görülmemişti. Belki de imtiyazlı olmaya alışmış bu zevat, çekildikleri inziva köşesinde sade bir yaşam sürmeyi kendilerine yakıştıramamışlardı. Neticede “işe göre adam değil de adama göre iş” prensibinin cari olduğu, siyasi etik açısından son derece yakışıksız bir tasarruf hayata geçirildi. Büyük bir vefa ve alicenaplık(!) göstererek yol arkadaşlarını yarı yolda bırakmamıştı Evren Paşa. Bu sayede dört tane tufeyli, altı yıl daha protokolde yer işgal edip milletin huzurunda arzı endam ettiler.
Görüldüğü gibi Evren Paşa da eski dostlarını ve yakın çevresini gözetmek hususunda çağdaşlarından tümüyle farklı olan bir kişiliğe sahip değildi. Hüsamettin Ünsal, isimli 1960’tan sonra binbaşı rütbesiyle ordudan emekli edilmiş asker kökenli bir aile dostumuz vardı. 1914 doğumlu bu zat, 2007 senesinde vefat etmiştir. Evren Paşa’nın yakın arkadaşı olan Hüsamettin Ünsal, yaşı ve müktesebatı hasebiyle eski yazıya vâkıf bir insandı. Mektuplarını ve özel notlarını bile eski yazıyla kaleme alırdı. Evren bu özelliğinden dolayı kendisini, Çankaya’ya çıktıktan sonra cumhurbaşkanlığı arşivinin müdürü yapmıştı. 1990 senesinde cumhurbaşkanlığından emekli olan ve Evren Paşa’yı da çok seven bu zat, bir gün yalnız üçümüzün bulunduğu bir sohbet deminde babama ve bana aynen şöyle dedi: “Çankaya’da otururken Evren’in bazı yanlış işleri de oldu. Barbut Recai namıyla maruf bir şahsı Çankaya’ya aldı. Galiba eski bir tanıdığıymış. Ona bir masa vermişler. Adam hiçbir iş yapmaz. Kafasını masaya gömer, sabahtan akşama kadar uyur. Mesai bitiminde de şapkasını, ceketini alır; dostlarının yanına koşar. Gün ağarıncaya kadar kumar masasının başında demlenir. Sabah oldu muydu uyumak için yine ofise döner.”
Evren Paşa’nın belki de en müspet özelliği, toplumu ve siyaset mekanizmasını kemiren yolsuzluk illetinden uzak durması olmuştur. Cemiyete musallat bu virüs, onun kişiliğine sirayet etmedi. Evet, kendisinde belki makam hırsı vardı ama o makamın üzerinden nüfuz ticareti yaptığı söylenemez. Her siyasetçi gibi fısıltı gazetesi onun da hakkında bir takım haberler üretmiştir. Yalnız şurası kesindir ki ismi hiçbir zaman için akçeli işlerle birlikte anılmadı.
13 Ağu 2023 0
02 Nis 2023 0
01 Tem 2020 1
28 Haz 2020 0
“Vicdanım kabul etmedi” dedi ve istifa etti Yeniden Refah Partisi, Denizli’nin Acıpayam İlçesi’nde toplu istifa depremi yaşadı. Yeniden […]
TÜPRAŞ’tan Eskişehir’deki hava üssündeki hava araçlarına yakıt sağlayan NATO boru hattının Kocaeli’nin Kartepe İlçesi Maşukiye Mahallesi mevkisinde çalışma yapıldığı sıra […]
Cumhuriyet Halk Partisi Bursa İl Başkanlığı’nda Gelecek Partisi’nden ayrılarak CHP’ye katılan ve aralarında il-ilçe yöneticilerinin de olduğu 750 yeni üye […]
Anavatan Partisi, 31 Mart yerel seçimlerinde stratejik bir karara imza atarak, Muğla’da Cumhur İttifakı’nın adayı Prof. Dr. Aydın Ayaydın’a resmi […]
MHP Denizli İl Başkanı Mehmet Ali Yılmaz, milliyetçi ve ülkücü harekete gönül veren herkesi Cumhur İttifakı’na destek vermeye davet ederek, […]
Yenişehir İlçe Başkanı Mustafa Selamoğlu, basın açıklaması yaptı. Selamoğlu açıklamasında; Değerli Basın mensupları, İYİ Parti üyeleri, kıymetli […]
Muş’ta bir takım ziyaretlerde bulunan DEM PARTİ Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, yoğun ilgi ile karşılaştı. Muş’un ilçelerini, köylerini ve […]
İçişleri ve Emniyet Seçimleri Manipülemi Ediyor? Emniyet İş İnsanları Üzerinde Baskı Mı Kuruyor? Son günlerde İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile […]
Balıkesir Süper Amatör Lig Play-Off 4. Hafta mücadelesinde 1966 Edremitspor, evinde konuk ettiği Balıkesir temsilcisi Gaziosmanpaşaspor’u 3-0 mağlup ederek […]
Son günlerde Karabük Üniversitesi ve Türkiye genelinde üniversitelerde yaşanan cinsel sağlık hizmetleri ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar gündeme geldi. Bu […]