Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çok önemli bir sürece girdi. Çözüm süreci denen bu süreç, hükümetin en üst mercilerinin de dahli ile yürütülmektedir. Kimilerine göre barışa ramak kaldı, kimilerine göre ise bölünmeye. İlk kez terör örgütü ile ilgili görüş ayrılığı bu kadar net çizgilerle ifade edilebiliyor. Süreç, insanı ciddi endişelere de sevk ediyor.

2 yıl önce bazı adımlarla başlayan çözüm süreci, iki yıl geçmesine rağmen iki adım öteye geçebilmiş değil. Bu noktada, terörist başı Öcalan’ın 2013’teki Nevruz mesajı incelenebilir. (http://www.sabah.com.tr/gundem/2013/03/21/iste-ocalanin-nevruz-mesaji )

1999’da terörist başı yine silahı bırakma çağrısı yapmıştı.

Öncelikle silah bırakma meselesi bugüne has bir çağrı değil. Aynı şekilde 1999 ve 2013’te de Öcalan tarafından silah bırakma çağrısı yapılmıştı. Terörist başı 2013 mesajında, silahların susması gerektiğini ve siyasetin ön plana çıkması gerektiğini yine söylüyor. Fakat geçen 2 yılda bunla ilgili somut bir adım atılmış değil ki 2015 Nevruz’unda da Öcalan aynı mesajları yineledi. Yalnızca bir kongre çağrısı yapıldı. Ayrıca Öcalan, silahları bırakma çağrısını 1999’da da gerçekleştirmişti. Hasılı, gerçekçi bir tutumla incelendiğinde bu çağrılar çok da inandırıcı gözükmemektedir. Doç. Dr. Mehmet Akif Okur’un da dediği gibi bu silah bırakma çağrıları hep bir sonraki silahlanma sürecine bir hazırlık özelliğinden öteye somut olarak gidememektedir.

Özellikle PKK lideri Cemil Bayık’ın Nevruz’un hemen bir gün evvelinde Al-Jazeera’ye verdiği röportaj da dikkate alınmalıdır. Buna göre terörist başı Cemil Bayık, Öcalan’ın silahların susma ve bunun için kongrenin toplanma çağrısının karar değil de bir niyet beyanı olduğunu defalarca ifade ediyor. Bayık, ifadelerinde Öcalan’ın bahsettiği kongre sürecinin karara dönüştürülemeyebileceğini de söyleyerek bu kararı Türk hükümetinin adım atması şartına bağlıyor. İlginç olan şu ki, lider olarak görülen terörist başı Öcalan’ın hükümetle görüşen kişi poziyonundadır. Öcalan açıkça hükümetin adım atması şartına bağlanmaksızın silahların bırakılmasına yönelik bir kongrenin toplanması çağrısını yaptı ancak öyle görünüyor ki bu çağrı Cemil Bayık’ı çok da bağlamamış. Yani ifade etmek istediğim şey, bazılarının barış müjdeciliği yaptığı süreç hala tıkanık ve 2 yılda ufak bir mesafe dahi kaydedilebilmiş değil.

PKK lideri Cemil Bayık, Öcalan’ın çağrısına rağmen silah bırakmayabileceklerini söyledi.

Öcalan-Bayık söylemlerinde ise iki ihtimal söz konusu: Ya liderlik çekişmesi yaşanıyor. Ya da danışıklı dövüş yapılarak bir tiyatro sahneleniyor. Bu tiyatroya göre, Öcalan’ın toplum nezdinde sempati kazanarak bir “barış elçisi” gibi lanse edilmesi sağlanacak ve böylelikle terörist başının meşruiyeti sağlanmış olacak. Tiyatronun gerisi malum. Eğer birinci ihtimal doğru ise, hükümet Öcalan’ı kullanarak bir şeyler yapabilmek istiyor ama bu çekişmede Bayık, “bırakıyoruz!” demeden çok da mesafe kat edilemez. Eğer ikinci ihtimal doğru ise, PKK’nın silah bırakması bir hayalden öteye geçemez. Çünkü, Öcalan’ın şu anki barış çağrıları da Cemil Bayık’ın ifade ettiği gibi ancak “herhangi bir niyet beyanı”dır. Asıl niyeti, kendisini aklayarak Bayık’ın noktasında mücadeleye devam etmektir.

Ayrıca 2013 Nevruz mesajında Öcalan “silahlı unsurların sınır dışına çekilmesi” gerekliliğinden bahsediyor. Aynı şekilde, o dönemin Başbakanı da “Terör, silahı bırakmadığı, saldırılarına son vermediği sürece biz terörle mücadeleyi tavizsiz, kararlı bir şekilde sürdüreceğiz.” demişti. Dönemin Başbakanı’nın bu ifadelerinin hemen akabinde Kandil’den yapılan açıklama 20 Mart 2015’te Cemil Bayık’la yapılan röportajın neredeyse birebir kopyası gibidir. Açıklamada devletin adım atmaması durumunda herhangi bir ilerleme kaydedilemeyeceği belirtilerek “Silahları bırakıp çekilme gündemimizde bile değil.” deniliyor.

PKK, 2013’te silah bırakmanın gündemlerinde bile olmadığını söylemişti.

Sonuç olarak, çözüm süreci denen süreç maalesef gerçekçi ve elle tutulabilir neticeleri içermemektedir. Barış söylemleri ile milletin duygularını sömürenlerin ise ne kadar romantik bir tablo çizdikleri bariz ortadadır. Terörizmi bitirmek için 2009’daki demokratik açılım çizgisi olan“Teröristle mücadele, halkla bütünleşme” stratejisini daha dikkatli bir irade ile takip etmek icab eder. Ayrıca teröristi muhatap almak, memleketteki diğer ırki topluluklara bir saygısızlık yapıldığı anlamını taşır. Ülkenin hafızasına bu yolun meşru olduğunu ve devletin ancak bu terör yoluyla vatandaşını kaale aldığı mesajını yüklemek gelecek adına ümit vermemektedir. Gelecekte karşlaşılabilecek terör faaliyetlerine de bu süreç emsal teşkil eder ve toplum hepten kaosa sürüklenebilir. Teröristi muhatap almanın yerine bütünleşme ve barış süreci halkla yürütülmelidir. Vatandaşın temsilcisi olarak illegal bir örgütü görmek ve muhatap almak ne hukuki açıdan doğrudur ne de insani değerler ekseninden.

Tabii bu noktada bazıları “silahlar sussun da ne olursa olsun, gerekirse Öcalan da serbest kalsın, af da çıksın” zihniyetine sahipler. Bu masum düşünce barışı, gayrimeşru bir şekilde aşırıya kaçarak destekler rolünde olmanın ifadesidir. Barışı sağlayacağız diye adaletten taviz vermek “hukuk devleti”ne verilebilecek en büyük zararlardan birisidir. Barış yanlısı olmak 30 bin kişinin katilini ve hala vatandaşlarımızı tehdit eden bir örgütü meşrulaştırmakla aynı anlamı taşımaz. Bu minvalde sağlanabilecek barış ortamı ancak “sözde” bir anlam taşır, pratikte ve uzun vadede yeni çatışmalara zemin hazırlar. Sözde barış, adaleti ve hukuku yok sayamaz, saymamalı. Zaten bir memleketi çökerten en önemli sebep adaletin tesis edilememesidir. Adaleti tesis edemeyen bir devlet, otoritesini de meşruiyetini de kaybeder.

Yazan:  Bilkent Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi – Uluslararası İlişkiler Bölümü 2.sınıf öğrencisi.hamdi karakal