Adam dergi çıkarıyor. Kağıdı, filmi, dizgisi, baskısı, cildi, nakliyesi, depolaması, posta veya kargosu… her birinin maliyette bir payı var. Tabiatıyla “dergi”; içine konulacak fikir, bilgi veya sanat için çıkarılır! Ya o muhtevâyı teşkil edenlerin payı? Hayır! Yazanların payı genellikle yoktur, yahut asgardan asgar bir meblağdır. Sembolik ve teberrüken yapılan ödemeler!… Kitaplar da çok defa aynı mantığa bağlı teliflerle karşı karşıyadırlar. Bir çok yayıncı şu kadar basacağım dediği kitabı anlaşmaya mugayir olarak daha fazla basar ve telifini bedavaya getirir.
Aynı “düzen” radyo ve televizyon yayıncılığında da geçerlidir. Şoföründen taşıyıcısına, kameramanından ışıkçısına… kadar herkesin payı bellidir. Program sunucularının maaşları hiç fena sayılmaz. Ya davetli ve programın “üzerine bina edildiği” uzman bilim adamları, yazarlar, sanatçılar? Aynı “karakuşî tutum” orada da büyük oranda yürürlüktedir…
…
Bu aralar bir “yapımcı şirket”, yurtdışında çekilecek bir programda konunun uzmanı olarak tarihî mekanlarda, otantik sahneler içinden sunum yapıp yapamıyacağımı sordu. “Elbette, o konu ve portrelerin işlenmesi geç bile kalınmıştır”, cevabımla “haydi hocam yapalım!” teklifinde bulundu. Bir “profesyonel şirket” bu! Kâr maksadıyla yapıyor projesini…
“- Bu projede bizimle ilgili bütçe nedir?” sualim karşısında:
“- Hocam sizi evinizden alacağız. Havaalanına götüreceğiz. Otel masrafınız bizden…”
“- Eee? Şoforleriniz bedava mı çalışıyor sizin?”
“- Hayır efendim, öyle şey olur mu?”
“- Işıkçılar, kameramanlar, siz?”
“- Elbette hakkımızı alıyoruz hocam!”
“- Peki programdaki muhtevâ ve kurguda benden başka birisi olacak mı?”
“- Hayır hocam. Sizin birikiminiz böyle birçok program için kâfidir!”…
Hımmm. İyii. Takdir etmiş bizi demek ki…
***
Pekiiii… Hoca’nın hakkı?
Öyle bir şey yok!
Muhtevanın sahibi, o konuyu derleyip toplayıncaya kadar saçı sakalı ağarmış da olsa projelerde maliyet dışı olmalıdır!
Maliyete “hoca hakkını” katanlardaki oranlar da başta dediğim gülünçlüktedir zaten…
***
Birkaç parlak ismin ve medyadaki “satır atecek” “el aman”ların dışında ülkemizde kimse yazdığıyla geçinemez!
Emeğin, bilginin bu derece “DEĞERSİZ” olduğu başka yer var mıdır bilmiyorum.
Hadi çocuhglar oghula!
Böyyük kalkınma seferberliğine!
…
Bir de yazdığınız kitapların yayıncının sermayesi oluşunu görmemezlikten gelen “okuyucu” talepleri vardır.
Okuyor ya adamımız! Bunun için sizin onu ayrıca taltif etmeniz gerekmektedir!
Kitabı gidip satın alacağı yerde, “okuyuculuk gösterisi”yle size yazar, telefon eder, kitap isterler… Kargosu dahil, böyle çok kitap(kütüphanemdekilerden daha fazladır) gönderdiğimi de itiraf ederim.
Kimsenin başına kaktığımı zannetmeyin lütfen.
Bu sahada bir domuz gribi salgını olduğunu haber vermek istedim sadece!
***
Bektaşî babası Vahap Dayı merhum derdi ki:
“-Oğlum! Bu devrin dervişi böyledir. Der ki: ‘Yemem içmem boynuna, soyun gel gir koynuma!’”
O zaman da meydanlar “gerçek sahipleriyle” buluşurlaaaarrrrr…